Liste

Ömer Demir

Aşk, kuvvetli sevgi demek. Öyle böyle değil, çok kuvvetli. Öyle kuvvetli ki aklını başından alıyor, başında kavak yelleri estiriyor insanın. Öyle kavak yelleri ki normal durumda evet dediğine hayır, hayır dediğine de evet dedirtebiliyor. Hayatın büyük kısmında geçerli olan “normal” bir insan hali değil yani. İnsana yaptırdıklarını düşünürseniz aşk, kesinlikle normal dışı bir durum. Ama genelde hoşgörüye mazhar bir normal dışılığı var. Hani “o bir âşık, ne yapsa yeridir” ya da “başında kavak yelleri esiyor” kabilinden. Aşk kavramının içeriği hep sabit kalmıyor. Zaman zaman zorlu düşünsel ve duygusal yolculuk anlamında cinsellikten arındırılarak kullanılan aşk kavramı, günümüzde tam tersi meşruiyeti tartışmalı ve günübirlik, unutulmak için tesis edilen geçici ilişkileri betimleyen bir kavram olarak da kullanılıyor.

Karşı cinse dönük doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin ayrımını ortadan kaldıracak kadar kuvvetli bir sevgiyle bağlanmanın adı buradaki aşk; “aşkım” diye aile fertlerinin birbirine seslenmelerinin işaret ettiği dışa-dönük, biraz da gösteriş amaçlı rutin sempatik sevginin değil. Meşhur aşk öykülerini hatırlayalım. En etkilileri, mantık sınırlarını ve olağan insan sabrını zorlayan, her şeyi yaptığı halde bir türlü kavuşamayan, sonunda “bu kadar da olmaz ki canım” dedirten âşıklarınkiler. Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, aşkı için normalde olmayacak şeyler yapanlara en yaygın bilinen örnekler. Bu tür aşk hikâyeleri, tüm toplumlarda var ve çoğunlukla da, başı, ortası ve sonuyla büyük oranda birbirine benzer. O yüzden tercüme edilmelerinde pek bir zorluk yaşanmıyor.

Tıpkı farklı ülkelerin kahramanlık hikâyeleri gibi. Kahramanlığı anladık, sevdiği diğer insanlar için, yaşadığı toplumun geleceği için veya tüm insanlar açısından önemli olan ideal değerler uğruna fedakârlığın iyi bir şey olduğunu yaymak, bunu, duygusal yükünü artırarak insanların içine, derinlere yerleştirmek, onları coşturmak için topluma lazım bu hikâyeler; kendisini daha iyi hissetmek, başkalarından takdir ve saygı görmek için de aynı zamanda. O yüzden kahramanlık hikâyelerinde abartı da makul görülür. Peki ya aşk? İnsan düşünmeden edemiyor: Doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin nitelemeleri, insanların günlük ilişkilerinde istikamet buldukları, yol yordam belirledikleri en temel ayırımlar. Bunları birbirine karıştıran, aralarındaki farkı ortadan kaldıran, hatta ters yüz eden bir sevgi niye var ve ne işe yarar?

Bu “ne işe yarar” nitelemesi biraz kulakları tırmalıyor olabilir. Aşk gibi neredeyse kutsal, ulaşılmasının biraz  zor olduğu bilinen ama herkesin peşinde olduğu, bulmaya çalıştığı şeyi, alelade bir şeymiş gibi “işe yararlık” ile irtibatlandırmak moral bozucu da olabilir; ama bu yazının amacı biraz da aşkın bu işleviyle alakalı zaten. O yüzden amacımız bakımından oldukça yerinde bir soru. Gerçekten, aşk ne işe yarar?

Aşk Ne İşe Yarar?

Bir şeyin varlığının hikmetlerini anlamının yollarından biri de, onun yokluğunda nelerin olmayacağını anlamaktan geçer. Burada önce biraz o yoldan gidelim. “Aşk olmazsa ne olurdu halimiz”e bakarak yol bulmaya çalışalım. Öncelikle aşk dediğimizde, kadın veya erkeğin karşılıklı veya karşılıksız olarak bir başka insana duyduğu, hesapsız-kitapsız, doğru-yanlış, güzel-çirkin, iyi-kötü ayrımlarına takılmayan aşktan bahsettiğimizi bir kez daha belirtelim. Onsuz yaşanamayacağı, yaşansa bile hayatın pek bir değerinin olmayacağı düşünülen aşk burada sözkonusu olan. Yani karşı cinsle ilgili kesin, yoğun ve sarsıcı bir duygu, bizim konumuz olan aşk. Basbayağı beşeri ve herkesin bildiği türden. Kadın ve erkek dışındakiler arasındaki sevgi ilişkilerini de aşkla ifade etmeye dönük girişimler, aslında sahtekârlık değilse bile çok ucuz bir taklitçilik, en hafif haliyle yanlış kullanım. Sebebine birazdan geleceğiz. İlahi aşk gibi, bağlamı insan ilişkilerini aşan duygular ile çok sevdiği kişileri diğerlerinden ayırmak için “aşkım” denmesi de konumuzun dışında.

Konuya biraz daha ısınmak için “liseli âşıklar” sözünden başlayalım. Lise çağları ergenlik döneminin ilk şoklarının en yoğun yaşandığı çağlar. Bireyin çocukluktan erişkinliğe geçtiği, kadının kendisini kadın, erkeğin de erkek olarak hissetmeye başladığı dönemler. Bu gelişim evresi, aslında kadın ve erkeğin cinsel kimlikleri yanında bireysel bağımsızlıklarını da kazandığı yaşlar. Buradaki bireysel bağımsızlık, akil baliğ olmak, tek başına yaşayabilecek nitelikte birey olmaya başlamak anlamında kullanılıyor. Yoksa hiçbir fert hiçbir zaman toplumsal olandan bağımsız ne var olabilir ne de yaşayabilir. Tek başına dediysek de, öyle ormanda tek başına değil tabii, görece tek başına. Gerektiğinde ailesinden ayrı evde ama toplumun içinde saygın bir birey olarak yaşayabilme becerileri kazanılabilecek, yavaş yavaş ihtiyaçlarını karşılayabilmesine yarayacak, diğer insanlara yararlı işler yapabileceği dönem anlamında. Genç kendi başına ayaklarının üzerinde durabileceği yetkinliğe doğru evrilirken çocuk için durum farklıdır. Çocuk da toplumun içinde yaşar ama daha çok ailenin kesin gözetimi altındadır. Çocuğun velisi veya vasisi vardır lakin akıl baliğ olan için buna gerek olmadığı düşünülür. Kuşkusuz bunun da istisnaları vardır. Kırk yaşına geldiği halde veli veya vasi ihtiyacı olan kişiler de olabilir; istisnai olduğu için onların durumunu mahkemeler karara bağlar.

Öte yandan akil baliğ olmak, yetiştiği aileden kopmanın zorunlu sebebi değil, sadece buna daha çok imkân verir. Gençler bazı kültürlerde hemen, bazılarında ise çok geç ayrılır ailelerinden. Hiç ayrılmayanalar da var ama onlar da azınlık. Bizim kültürümüz de, son zamanlarda değişim olsa da, görece geç ayrınılan grubun içinde.

Akil baliğ bireyin toplum içinde yeni bir aile kurmadan da yaşaması mümkün ama kalıcı ve çok fonksiyonlu ilişki ağı çoğunlukla evlilikten geçiyor. Çok fonksiyonludan kasıt, hem kendi yaşamını daha kolay sürdürme, hem de kendinden sonra neslin devamı için yerine uygun bireyler oluşturmayı kastediyoruz. Bireyin de toplumun da en temel saiki varlığını sürdürmek, akıbetini olabildiğince güvence altına almaktır. Her türlü biyolojik ve sosyal oluşumda en temel saiklerden birinin bu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. En büyük fedakarlıkların bu amaca dönük olanlar olması boşuna değildir. Devamını düşünmeyenlerin, bir varoluşsal sorun ile yüzleşeceklerini söylemek çok abartı olmaz. Çünkü var olmak, zaman içinde oluşan bir şey ve zamanın geçmesine rağmen var olabilmek için de yakın veya uzak ama mutlaka bir sonraki adımları yani geleceği düşünmek gerekiyor. Bireysel varlığınız kısa vadede yeterince beslenemezseniz, toplumsal varlığınız da uzun vadede yeterince çoğalmazsanız tehlikeye girer. Beslenme ve çoğalmanın en uygun formları ile bunların içinde yeşertildiği anlam dünyaları, medeniyetlerin benzerlik ve farklılıklarını şekillendirir. Çoğalmak için karşı cinsle uygun koşullarda bir arada yaşayacak bir ilişki biçimi ve ortamına ihtiyaç var. Bunun en yaygın ve uygun yolu da evlilik.

Aynı soydan gelenlerin birbiri ile evliliği genetik hastalıklar başta olmak üzere birçok sorun içerir. Ayrıca daha geniş insan topluluğunun birbirine güven duyması ve yakınlık hissetmesi için de kan bağı açısından uzak birileri ile aile kurmak önemli görülmüştür hep. Bu yüzden farklı grupların birbirinden kız-alıp vermesi, bireysel olduğundan daha çok toplumsal bir ilişki tarzına işaret eder. Ne kadar çok kız alınıp verilirse topluluk o kadar fazla harmanlanır, zenginleşir; hem genetik hem de kültürel anlamda. Şimdilik kız alıp-verme kalıp ifadelerinin kadını metalaştırdığı üzerine yapılan tartışmaya girmeyelim. Bu harmanlanma ve ilave yakınlık ilişkisini, evlilik bağı dışında başka yollarla kurmak için geliştirilmiş birçok mekanizma var (kirvelik, ahretlik, kan kardeşlik gibi) ama bunlardan hiç biri soy ve hısımlık kadar uzun soluklu, kalıcı, yaygın ve etkili değil. Din kardeşliği ve etnik bağı burada çok önemli bir istisna olarak belirtmeliyiz; ama bağlamı diğerlerinden çok farklı. Birçok nedenle sağlıklı bireylerin yaşadığı, güven ve uyum içinde toplumsal bir birliktelik için en uygun aileyi genişletme yolu, dışardan evlilik olarak görülüyor. Evlilik olmadan insan neslinin devamının sağlanması çok zor, bu yüzden tüm toplumlarda yapısı ve ilişkileri farklılaşsa da evlilik var.

Evlilik, iki yetişkinin ömür boyu başka insanlarla olmadığı kadar fedakârlık ve yakınlık içeren bir ilişki kurmalarını gerektirir. Arkadaşlığa, komşuluğa, tanıdıklığa hiç benzemez birbirine ömür boyu eş olmak. İyi günde kötü günde hastalıkta ve sağlıkta hep birbirinin yanında olmaya söz vermek çok büyük bir taahhüt ve sorumluluk. İnsanın hayatında verdiği en önemli kararlardan biri. Bu zor kararı birey nasıl verecek? İşte, aşk burada önemli bir kurtarıcı olarak devreye girer.

Aşkın varlığı, iki insanın ömür boyu birliktelik taahhüdü ile aile kurmasının ne kadar zor bir iş olduğunun tam tersinden ifadesi. İki kişinin, fiziksel ve sosyal özellikleri düşünülerek eşleştirilmesinin çözümü imkânsıza yakın dinamik denklemleri eş zamanlı çözmeyi gerektirecek kadar zor bir iş olduğu görülür. İşin sadece matematik kısmı için, neredeyse herkesin evlenmeden önce matematik mastırı yapması lazım. Tüm alışkanlıkların, sevilen ve sevilmeyen şeylerin listesini (sevme ve sevmeme şiddetini de içeren ağırlıklı biçimde) tutup bunların yüzde kaçında tarafların uyuştuğunu tespit etmek adeta imkânsız bir iş. Böyle bir kusursuz listeyi bırakın başkası için, kimse kendisi için bile kolay kolay yapamaz. Çünkü zevk ve tercihler de zaman içinde değişir. Dün sevmediğinizi bugün seviyor olabilirsiniz veya tam tersi. Yani, değişim örüntüsünü de öngörmesi lazım bu karmaşık denklemlerin. O yüzden en az mastır lazım.

Bir an için kişinin kendisinin tüm zevk ve beklentilerinin listesini zor da olsa çıkardığını düşünelim. Bu kişi ile en uyumlu eşin kim olacağını bilmek için, evlenilebilecek herkesin tüm özelliklerinin de aynı veya en azından kendisininkilere yakın seviyede bilinebiliyor olması lazım. Asimetrik bilginin zirve yaptığı alandır zevkler ve alışkanlıklar. Çünkü insanlar sahip oldukları değil, olduğu bilinsin istedikleri özelliklerini başkalarıyla daha çok paylaşır ve yayılmasını arzu ederler. Güzel söz söyleme sanatlarından, giyim kuşama, estetikten, makyaja her toplumda bulunan ve giderek büyüyen önemli sektörlerin temel işlevi,  bireylere olmak istedikleri gibi olma veya görünme konusunda yardımcı olmaktır. Ama bu sektörler, bir bireye yardımcı oldukları ölçüde özellikle de “istediği gibi görünme” konusundaki başarıları ile karşıdakinin de işini zorlaştırırlar. Zaman zaman istisnai olarak, “ben huysuz ve geçimsizin biriyim” diyenler olabilir ama onların bu tavrı da çoğunlukla özgüven yüksekliğinden veya olağan kendini övme eğiliminin dışında bir tarz olarak daha çok sempati kazanma arzusunun tezahürüdürler. Bu yüzden, bu tür sözleri pek lafzi anlamında değerlendirmemek lazım. Kimse sahip olduğu negatif özelliklerinin karşısındakiler nezdinde prim yapacağını düşünmez. Zaten bunlara negatif özellik denmesinin sebebi de bu istenmeyişleri. O yüzden, negatifler saklanır, sahip olunan veya olmak istenen olumlu özellikler de olabildiğince öne çıkarılır.

Aslında herkes kendisinin bir “melek” olmadığını bilir ama melek muamelesi görmekten de pek hoşlanır. Övülmek yağlarını eritir insanların ve o yüzden yağcılık insanlığın en eski ilişki ve söz sporudur. Genelde yağcılık kınanır ama yağcılık yapıp kazananlar, doğru söyleyip itilip kalkılanlardan daha çoktur her zaman. Doğruyu söyleyenin dokuz köyden kovulması boşuna değildir. Dalkavukname isimli kitabında ironik biçimde dalkavukluğun saygın mesleklerden biri olduğunu çok güzel anlatır Samsatlı Lukianos, taa binli yıllarda. Dalkavukluk ve yağcılığın meslekler tarihindeki yeri oldukça eski yani. (Bu arada, Dalkavukname kitabımı ödünç alan arkadaş da lütfen iade etsin artık).

Sonuçta birey kendisinin şimdi ve gelecekte nasıl bir hayat yaşayacağı ve bu hayatta kendisine eşlik edecek en uygun özelliklere sahip eşini bulması için, ilk olarak, bu iş için gerekli tam bilgiden yoksundur. Tam bilgi, hep olması arzu edilen ama hayatın hiçbir alanında olmayan bir şeydir insan için; soyut hipotetik tam rekabet piyasası dışında. Tam bilgiye sahip olma rolüyle çok insan kandırılır, dolayısıyla bu çok özellikli bir istismar alanı da olabilir.

Düğün, Dernek ve Şahitlik

Tabii ki evlenme konusu, hem market alışverişi ya da iş sözleşmesi kadar sade değil – çok daha girift – hem de isabetsiz bir kararın bedeli ortalama bir sözleşme ile mukayese bile edilemeyecek kadar çok ağır. Üstüne üstlük taraflardan sadece birinin bilgisi ve kararı ile de evlenme olmaz. Potansiyel adaylarla ilgili gerekli bilgi olsa bile, kişinin karşı tarafın evlenilecek adaylar arasında en uygunlar listesinde bulunması halinde kendisine evet denilme ihtimali olur. Dolayısıyla sorun, sadece tek taraflı bir bilgilenmeyi tam olarak sağlasanız da aşılabilecek gibi değil. Bilgi ile karar arasında birebir bir ilişki de yok. Karar vermek de apayrı bir iş. Ayrıca kararı sadece evlenecek olan kişiler vermez; onların evliliğini kutlamak için bir araya gelen kişilerin de uygun bulacağı veya en azından fazla yadırgamayacağı bir kararın verilmesi beklenir. Söz, nişan veya düğün törenleri ile aşamalı biçimde bireyler, sadece kendilerine değil, içinde yaşadıkları topluluğa da evlilik sonrası için nasıl yaşayacaklarına dair güçlü mesajlar veriler. “Bakın, biz ikimiz birlikte yaşayacağız ve sizinle ilişkilerimizde artık yeni bir birimiz. Bundan sonra her birimizi ayrı ayrı bireyler yanında bir aile olarak da tanıyın,” demektir düğün. Evliliğin omurgası olan nikâhta şahitlik bu yüzden çok önemlidir, makul sayıda kişilerce şahitlik edilmeyen birlikte yaşama sözleşmesi, hiçbir yerde yasal evlilik statüsü kazanmaz. Bu ilişkiden kişilerin çok mutlu olup olmadığı ile ilgilenmez toplum, olası sonuçlarına dikkat kesilir. Tüm sözleşmelerde süre olur ama evlilik süresizdir. Düğünü sadece “biz çok mutluyuz, siz de bilin” için yapmanın fazla bir anlamı yok çünkü toplum işin bireysel mutluluk tarafı ile dolaylı olarak ilgilenir. Mutluluk sizin “özel hayatınız”, diğerlerine ne yansıyacak bu ilişkiden, asıl ona bakar toplum. Yani topluma yeni külfetler mi gelecek bu ilişkiden, yoksa nimetler mi? Her gün kavga dövüş akşam karakolda bitecekse, açıkçası iyi bir şey değil bu birlikte yaşama sözleşmesi toplum için. Bu yüzden, sorunsuz biçimde yürüyen ve kalıcı olan evlilik sözleşmesi toplum tarafından daima ilk bakılan yönüdür evliliğin. Bazı topluluklar ya da inanışlar boşanmayı ayıplamakla yetinmez yasaklarlar da.

Evlilik sadece iki kişiyi ilgilendirse düğün derneğe ne gerek var? “Mutlu günümüzü paylaşın” çağrısı, “yeni beraberliğimizi bilin ve bizi bundan sonra bu yeni kimliğimizle de tanıyın” mesajı ile birlikte anlamlıdır. Bu mesajı vermek istemeyenler düğün yapmıyor zaten. Gidip gizli gizli evleniyorlar. Bu yüzden evlilik töreni, sadece mutluluğun eşe dosta etkili biçimde duyurulması değildir. Her mutlu günümüz için düğün yapmaya kalksak işimiz çok zor olurdu. Birçoğumuz gün aşırı mutluluk paylaşma töreni yapmak zorunda kalırdık o vakit.

Pek çok bireyin hayatlarında en önemli törenin düğün törenleri olmasının da özel bir anlamı var. Çünkü hayatın çok önemli dönüm noktası evlilik. Bilmem kaç gün düğün yaparak evlenmek, aslında geri dönülmesi çok zor bir yola girildiğinin işareti toplum için. Hele de birkaç çocuk olursa geri dönüş artık çok zor bir ilişki ağı ortaya çıkar. Adeta her çocuk, evlilik birlikteliğini yürütmek için ilave bir sigorta gibi taraflar için. Onun için bunca sosyal enerji evlilik birlikteliğinin sürdürülmesine harcanır.

Hayatınızın önemli kısmında birikimlerinizle bir konut, işyeri veya araba aldığınızda, ömür boyu çalışacağınız bir işe girdiğinizde de çok seviniyorsunuz ve çok mutlu bir gününüz ama bunun için düğün benzeri bir kutlama yapmıyorsunuz. Gerçi yeni sosyal medya her güzel haberinizi sevdiklerinize duyurmaya ve mutlu anlarınızı onlarla paylaşmaya imkân sağlıyor. O yüzden hayatlarımız ekranlara taşınıyor her geçen gün, bunlara bir nevi küçük düğün de diyebiliriz. Bir de deli için her gün düğün bayram konusu var ama o da bahsi diğer.

Aşk Sanki Çoklu Seçenekleri Teke İndiren Bir Sihir

“Aşktan çok uzaklaştık” der gibi olduğunuzu tahmin ediyorum. Aslında bu açıklamalardan sonra işi yaklaşık olarak nereye bağlayacağımı tahmin etmişsinizdir. Hemen ana önermemizi ifade edelim: Aşk bir ömür boyu beraber yaşama kararını kolaylaştıran, evliliğin kurulması esnasında ortaya çıkan maddi manevi diğer tüm zorlukların bir çırpıda aşılabilmesini sağlayan insani bir özelliktir; evlenecek kişinin önündeki seçenekleri teke indirir, evlilik kararını kolaylaştırır. Âşıkların başında kavak yellerinin esmesi, “ona da razıyım, buna da, yeter ki aşkıma kavuşayım,” haleti ruhiyesi, evlilik kararını kolaylaştırmada çok büyük rol oynar. Zorlukları düşünerek tereddüt etmeyen, gözü kara biçimde birlikte yaşamaya tarafları sevkeden bir katalizör, çoklu seçenekleri teke indiren sanki bir sihirdir aşk. Yani en uygun eşin, hangi özelliklerine bakarak, nasıl belirleneceği, ömür boyu sürecek en sağlıklı ilişkinin kiminle kurulabileceği konusundaki belirsizliğin yarattığı kaosu gideren bir duygu yoğunlaşmasına aşk denmektedir. İlk görüşte âşık olmanın başka nasıl bir açıklaması olabilir ki! İnsanlar, günlük işlerinde onlarca ayrıntılı müzakerelerde bile birbirlerinin durum ve niyetlerini tam olarak öğrenemezken, ilk görüşte “o kişi”nin ömür boyu birlikte hayat sürdürülebilecek kişi olduğuna, başka türlü nasıl karar verilebilir ki! İlk görüşte âşık olmak şart değil ama aşkı keskin ifadelerle anlatmanın en kestirme yolu, bu galiba. Yoksa birbirini beğenmek veya sevmek ve evlilik çatısı altında birlikte yaşamaya karar vermek, âşık olmaktan biraz farklı bir tona sahip.

Peki birisine kör kütük âşık olmayı istemek ne anlama gelir? Evlendiği kişiye âşık olmayan birisinin her gün veya her fırsatta “acaba en uygun aday bu muydu?” diye düşündüğünü; her potansiyel evlenilebilir kişi ile karşılaştığında “acaba bununla mı evlenmeyi deneseydim?” diye düşündüğünü tahayyül edin. Üstelik bunun taraflardan biri veya her ikisi tarafından yapıldığını düşünün, hayat tam anlamıyla bir zindana dönüşür. Eğer aralarında aşk yoksa, onun yokluğu bireyleri sürekli arayışa sevk ediyorsa, bireyler sürekli bu yeni arayışlar peşinde koşmaktan perişan ve sonunda rezil olurlar. Evlilikte, bireyin eşine diğer kişilere karşı olmayan bir duygusal doygunluk hissetmesi için aşk çok önemli bir kolaylaştırıcıdır.

Sadece evlenme kararını kolaylaştırmaz aşk, aynı zamanda evliliğin sürekliliğine de önemli katkılarda bulunur. Evli bireyler başka arayışlardan kurtulur, tabir yerindeyse kafa konforuna kavuşurlar. Aşk bir ölçüde gözü kör ettiği için hatalar görülmez, eksiklikler örtülür, birbirini kabullenmek acayip biçimde kolaylaşır ve evlilik çok daha kolay yürütülebilir hale gelir. Sırılsıklam âşık olunmasa bile uygun koşullarda aşk taklidi yapmak da işe yarayabilir. Bazen taklit aslını aratmaz.

Birbirine aşkla bağlı olan çiftler evlilik piyasasının dışına çıktıkları için üçüncü kişilerce de büyük saygı görürler. Evliler öncelikle evlenme niyeti taşıyan bekârlar için artık rakip olmaktan çıkarlar. Evlenebildiklerine göre, evlenmeselerdi ciddi birer rakip olma potansiyelleri olacaktı. Bu durum cinsler ve rakipler arasındaki toplumsal tansiyonun düşmesine katkı sağlar. Evli olanlar için de, dayanışma halkasına eklendikleri için ilave iltifat görürler. Aynı zamanda bu iltifat yüklendikleri büyük sorumluluğun aynı sorumluluğu yürütenlerce takdir ve tasdik edilmesidir.

Kişinin evlenerek “başının bağlanması,” toplum açısından o kişilerin uzun süreli birlikteliklerinin garantilenmesi anlamına gelir. İki kişi evliyse, o ikisinden yana toplumun kafası görece daha rahattır artık. Çünkü genel olarak evliler, birbirlerine karşı işleyecekleri suçlar hariç, her türlü suça karışma ihtimalleri azalır, daha düzenli bir hayata geçerler, toplumsallaşma süreçlerindeki temsil düzeyleri bir derece daha yukarı çıkar. Bir toplum içinde tek başına yaşamak ile aile sorumluluklarını yerine getirerek yaşamak arasında, birebir olmasa da genelde bir temsil düzeyi farkı olduğu söylenebilir. Evlenen kişiler artık sadece birer erişkin değil, aynı zamanda aile sahibidirler. Evlilerin hayatları, diğer insanları ilgilendiren yönüyle, görece daha çok düzene girer, istikrar kazanır, neyi, ne zaman ve nasıl yapacakları görece çok daha fazla tahmin edilebilir hale gelir. Uzun ve şatafatlı törenler biraz da bu durumu kutlamak içindir. İstikrarlı, otokontrolü yüksek, yapıp edebilecekleri tahmin edilebilir bir birey, toplum için daima tercih nedenidir. Çünkü toplum, uyum ve istikrar ile oluşur. Bu yüzden toplum için nikâh iyi, boşanma kötüdür. Zira nikâh karşı cinslerin birbirleriyle ilişiklerinin sınırlarını daha kesin çizer ve bireyin hangi ilişki ağı içinde olduğuna dair belirlilik yaratır. Bu da kutlamaya değer bir durumdur. Normal şartlar altında boşanma kararı, tarafların her ikisinin de isteği ile sonuçlansa da, mahkeme sonrasında hemen hiç kimse dostlarına kutlama ziyafeti vermez. Çünkü boşanma potansiyel bir istikrarsızlık sinyalidir toplum için.

Boşanmaların artması, her toplum için alarm zilinin çalmasıdır. Çünkü toplum kişileri iç doyum düzeyleriyle değil, diğer insanlarla ilişkilerindeki uyum ve toplumsal yeniden üretime olan katkılarıyla değerlendirir. Tek başına yaşayan bireylere karşı – şayet bu durum toplum için bugün ya da gelecekte sorun çıkarmayacaksa – hoşgörü düzeyi daha yüksek olur. Bu yüzden iş ve meslek sahibi olan bireylerin evlenme yaşının gecikmesi ve boşanmalardaki paylarının artması, hemen tek başına bir tehdit olarak görülmez. Hayatını sürdürmesinde pek sorun çıkmayacaksa bireyin evlenmemesi veya boşanması toplum için o kadar sorun oluşturmaz. Sorunlu hal, evli veya bekâr olmakta değil, uyumlu bir fert olma kabiliyetini kazanıp kaybetme durumunda gündeme gelmektedir. Bunun için hayatını sürdürecek bir geliri kendi imkânlarıyla kazanabilme yeteneğine sahip olma önemli bir eşik değer olarak görülebilir. Üniversite öğrencisiyken tanıştığım bir arkadaşımın annesi eşinin kendisine muamele tarzından çok şikâyetçiydi. Bir gün bana dertlendikten sonra “Ömer, asgari ücretli bir işim olsa, bu amcanla bir gün daha birlikte yaşamazdım. Onun için kızlarımın okumasını istiyorum” demişti. İki kızı ve bir oğlu vardı.

İstanbul’da imzalanan bir sözleşmenin boşanma oranlarını artırdığını düşünenlerin bu teyzeninki gibi evliliklerin sürmesi yüzünden geçmişteki boşanma oranlarının görece daha düşük olduğunu unutmaması lazım. Ayrıca çok eski dönemlerdeki evlilik kayıtları resmi olarak sağlıklı tutulmadığı için gerçekçi mukayeselerde bulunmak da zor. Sonuçta kadının eğitimi ve çalışma hayatına katılımı arttıkça çaresizlikten sürdürülen evliklerin çözülmesi çok sürpriz değil. Bunun kendisi başlı başına bir sorun değil dememizin sebebi bu. Çaresizliği de, bir mutluluk unsur olarak görmüyorsak tabii!

Konumuz değil ama bu bağlamda belirtilmesi gerekir ki, aşkın gördüğüne uygun kişileri eşleştirmede kolaylaştırıcılık işlevini uzun süre “görücü usulü” de görmüştür “beşik kertmesi” de.

Aşksız Evlilik Olur mu?

Bu kolay karar verme sürecinin bireylere verdiği rahatlık nedeniyle aşkın kazandığı yüksek itibar, aşksız evlilik olmaz, o nedenle mutlaka âşık olmalıyım duygusunu abartılı biçimde toplum içinde yayar. Bu da zaman zaman insanları iradi olarak âşık olmak için uğraşmaya zorlar. Atfedilen bu abartılı önem, beraberliği yürütmek için gerekli olan aşkı, berberliğin varlık sebebi haline getiriverebilir. Bu aslında apaçık bir yanılgıdır. Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere sağlıklı ve uzun soluklu bir evlilik kurmak için yardımcı olan bir unsurdur aşk, evlilik birlikteliğinin nihai amacı değil. Kahramanlığın, toplumun bekası için önemini abarttığınızda birileri için ölmenin yegâne amaç haline gelmesi gibi bir şeydir bu. Asıl olan yaşamak ve yaşatmaktır, kahramanca ölmek, onurlu biçimde yaşamak veya başkalarının yaşamasını sağlamak için zorunlu olduğu durumlarda katlanılan büyük bir fedakârlıktır. Aynı şekilde bizatihi aşkın sağladığı faydacı tatmin olsa da aşka toplumsal saygınlık kazandıran ana özelliğin bu kişilere verdiği tatmin olduğunu söylemek çok abartılı olur. Aşkın saygınlığının, karşı cinsler arası ilişkilerde nihai amaç değil, evlenme kararını vermeyi kolaylaştıran, evlilik arayışını sonlandıran, karşı cinsle birlikteliği düzgün biçimde sürdürmeyi sağlayan, ilişkileri sevimlileştiren, karşılıklı sadakati pekiştiren güçlü bir araç olduğunu düşünmek daha makul görünüyor. Bu yüzden bunları temin ederek birlikte sağlıklı ilişki kurabilmenin bir şekilde bir yolu bulunduysa, bir de âşık olmayı beklemek, pek akıllıca bir tercih sayılmayabilir.

Ya da “aşk varsa evlilik için başka hiç bir şeye gerek yok” da çok sağlıklı bir yaklaşım değil. Veya evlilikte “aşk bitti hadi ayrılalım,” çok büyük ve gereksiz bir maceraperestlik, hem birey hem de toplum için. Aşkı gereksiz görmek de, hayatın amacını birine âşık olmak gibi tanımlamak, böylece aşkı bir bağımlılık iksiri haline getirmek de yanlış. Aşk olunursa birlikte hayat, biraz daha, hadi epeyce diyelim, kolaylaşır ama olmasa da dünyanın sonu değil. Önemli olan insanın kendisi ve karşısındakilerin yararına olacak optimal bileşimleri yakalayabilmesi. İçinde yaşadığı ilişki ağı içinde sevilen ve saygı gören biri olmak, daha çok insan ilişkilerinin sonucu olarak kazanılan bir sonuçtur. Bu sonuca odaklanmak hayatta istikrar ve mutluluk için daha güvenli bir yoldur.

Aşk Evliliğin Devamının Garantisi midir?

Aşk bir araya gelme kararını vermeyi kolayca sağlar ama aynı kolaylıkla sürdürmeyi garantilemez. “Aşk evlilikleri” ile “mantık evliliklerinin” sürekliliği konusunda bilimsel nitelikte kesin bulgulara sahip değiliz ama aşkın sağladığı evlilik sigortasının sürekli olmadığını, zamanında deli gibi âşıkların mahkeme salonlarına uğrama sıklığından biliyoruz. Unutmamak gerekir ki bir anda kendiliğinden oluşan aşk, yine bir anda mantıklı bir sebep veya gerekçe olmaksızın kendiliğinden gidebilir. Evlilik birlikteliğinde, diğer faktörlerle baş başa kalınabilir. Diğer faktörlerin başında denklik gelir. Denklik, hayatı sürdürürken iki tarafın aynı ipe benzer kuvvetlerle tutunabilme kapasitesidir; birbirinin elinden tutabilme imkânının her iki taraf için de benzer ağırlıkta mümkün olmasıdır; taraflardan birinin diğerine mahkûm olmaması, “tek taraflı değil, “karşılıklı” bağımlılık unsurlarının fazla olmasıdır.

Unutmayalım ki aşkın doğasında bir tür mahkûmiyet çağrısı vardır. Bu mahkûmiyet durumu, belki de dikkat çekici ve nadir olduğu için, özellikle de edebiyatçılar tarafından biraz da haksız bir statüye yükseltilmiştir. Başkalarını kendine kör kütük âşık etmek ve böylece köleleştirmek ya da kör kütük âşık olup başkasının kulu kölesi olmak aşkın en belirgin özelliğidir. Aşkın bir tezahürü mü yoksa o bahane edilerek sürdürülmek istenen bir tahakküm ilişkisi mi olduğu biraz karışık “ya benimsin ya da toprağın” evresi sözkonusudur. İster aşktan ister başka gerekçeyle olsun bu düzeyde başkasına bağlılık, her zaman patolojik sonuçlara gebedir ve kanaatimizce uzak durabilmeyi başarmak yakın olmaktan daha iyi bir beceridir insan için. Üstelik böyle bir bağlılık talebinin etik olarak savunulabilecek hiç bir tarafı yok. Evlilikte “bana âşık ol, ömür boyu kölem ol” ile siyaseten “himayeme gir, ama ömür boyu kölem olacağına yemin et,” arasında pek bir fark yok gibidir.

Bu sebeple aralarında denkliği olmayan kişiler için aşk her an patlayacak bir bomba gibidir, sona erdiğinde hayat tümüyle çekilmez olur. Dünyada evliliklerin aşk evliliğinden ziyade, aynı işi yapan, aynı eğitim düzeyindeki kişiler arasında gerçekleşen denklik evliliği olduğunu görmekteyiz. Bu, aşk yerine mantık evliliğinin yaygın olduğunu gösterir. Çevrenize baktığınızda, “kim, kime yakışır?” sorusunun cevabı bu denklik durumunda aranır. Çünkü denk kişilerin “aşkı” şartlara görece dayanıklı ve uzun ömürlü kestane koru, denk olmayanlarınki ise biraz saman alevi gibi olur. Denk kişiler, birbirlerini kabullenmede ve beklentileri karşılamada daha az zorluk yaşarlar. Ortaya çıkan sorunların çözümünde “aşka” daha az iş düşer. Aşk yorulmamış olur. Her şeyin yorulmuşu işlev kaybına yol açar.

Evlilik insanoğlunun bulduğu en kalıcı, işlevsel ve vazgeçilemez ilişkilerin başında gelir. Denklik de bunu kalıcı kılar. Mutluluk, aşktan ziyade kısıtların farkında olarak, denk kişilerin birbirine saygılı ve dürüst ilişkilerinde yeşerir. “Mutlaka aşkımı bulacağım” diye ortalıkta dolaşmak yerine “kime ne verebilirim, neyin karşılığında?” sorusuna soğukkanlı cevap aramak daha makul ve sonuç sağlayacak bir yol gibi görünüyor.

Sonuç olarak, denklik olmadan aşka fazla güvenilmez, gelişi ve gidişi sanılandan hızlı olabilir, arkada daha büyük hüzün bırakır. Denklik ve aşk birlikte varsa ilişki şüphesiz daha kalıcı olur. Ancak hayatın amacını sürekli aradığı aşkını bulmak olarak tanımlamak ise nerede sonuçlanacağı bilinmeyen riskli bir macera, bu yüzden çoğunluğa hiçbir şekilde tavsiye edilemez.

Aşkın da İstismarı Mümkün

Öte yandan, aşkın evlilikteki kritik rolünü çalarak evlilik dışı aşklar tanımlamak hiçbir toplumda hoş görülmez. Bunlar ortaya çıktığında da, teşvik edilen değil bastırılması gereken duygular olarak muamele görürler.

Bu bağlamda son zamanlarda tedavüle sokulan “bir gecelik aşk” ve “çokaşklılık” kavramları olumlu anlamlar biriktirmiş aşk kavramının istismarına çok güzel birer örnek. Zira, yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız gibi aşk, bir kişi ile ömür boyu kalıcı ilişki kurma kararını kolaylaştıran bir duygunun adı. Bir gecelik beraberlikler ile veya çok kişiyle yürütülen ilişkilerle en ufak bir alakası yok. Her şeyden önce çok kişiyle sağlıklı birlikteliklerin toplumsal formu evlilik değil. Çok evlilik bazen mecburiyetlerin sonucunda ortaya çıkan ama sürekli takdir görmekten ziyade tahammül edilen ve bu yüzden sürekli değeri düşen bir ilişki tarzı. Arkadaşlık, dostluk, komşuluk, hemşerilik, vatandaşlık, dindaşlık veya insanlık kavramları var, çok kişiyle kurulan iyi ilişkileri nitelemek için. Kişi hem evli, hem çok kişiye âşık ise, bu aslında aşkın meşruiyetini kazandığı ve varoluş amacına düpedüz aykırı bir kullanım. Yani bir gecelik sözde aşklardan pek bir farkı yok. Bir görüşte âşık olunabilir ama sadece bir geceliğine aşk asla olmaz, çünkü aşkın tanımına aykırı. Sonuçta kadın ve erkeğin her tür beraberliğini aşk kavramı ile ifade edeceksek, bunun aşkın tarihsel süreçte biriktirdiği itibar ve bu sayede elde ettiği ayrıştırıcı sevgi türüne büyük haksızlık olacağı gayet açık. Bu kullanımı, aynı zamanda, muteber bir kavramı, kapsamına girmeyecek işleri nitelemeye ve bu yönüyle açıkça yanlış kullanmaya güzel bir örnek olarak vermek daha doğru olur.

Bir gecelik aşk ve çokaşklılık, bütün olumlu şeyler gibi aşkın da apaçık bir istismarı olarak görülebilir. Aslında tüm bunlar, kişilerin kendilerini ve başkalarını kandırdıkları çarpık bir ilişki tarzına, değerli bir kavram olarak aşkı ekleyerek yapılan işi sevimli gösterme çabasından başka bir şey değil. Hâlbuki yüzyılların tecrübesiyle aşağı yukarı bütün toplumlarda bu tür ilişkilere daha uygun adlar konulmuş; fuhuş, denilmiş; zina, denilmiş; sapıklık, denilmiş, çarpık ilişki, denilmiş. İçeriği fuhuş, zina, çarpık ilişki veya sapıklık olan eylem veya durumlara yeni adlar altında meşruiyet sağlama çabası, aslında tam da bir kavram istismarı. Yani, itibarlı kavramları itibarsız işleri aklama için kullanma girişimi. Unutmayalım ki kavramlar da birer kamusal maldır ve her isteyene onları istediği gibi kullanma hakkı verilmez. Tüm toplumlarda aşkın biriktirdiği itibarı ona aykırı alanlarda telef etme hakkı da özgürlük adı altında himaye göremez. Kavram kullanma özgürlüğü, yüzyılların süzgecinden geçip günümüze kadar gelen “iyi” ve “kötü” olanı birbirine karıştırmak ve “iyi” olanın itibarının gölgesinde yeniden tanımlanan “kötü”ye kamufle olma imkânı oluşturma hakkını içermez sanırım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir