Ömer Demir
Hemşehricilik ilk bakışta biraz demode ve sanki geçmiş topluma ait bir aksesuar gibi görünür; bu yüzden de hafif töhmet altında. Bu konuda son yıllarda Karadenizliler biraz fazla tüfeğin ağzında gibi. En son duyduğum iki fıkrayı aktarayım. İlki biraz üst perdeden: Kabine açıklanınca Of’un köylerindeki kahvelerde “Yine bizim köyden bakan yok” diyerek kabineye isyan etmiş köylüler. Bir diğeri de şöyle: Ankara’da bürokraside yeniden yapılanma konusunda son günlerde bazı yapısal düzenlemelerin hayata geçirilmesi planlanıyormuş. Bunlardan birisine göre bazı genel müdürlüklerin kapatılması gündemdeymiş, çünkü oralara atanacak yeterli sayıda Karadenizli bulmada bayağı zorluk çekiliyormuş (Hâlbuki sırada daha çok görev bekleyen Karadenizli var!).
Bunlar bürokraside Karadeniz rüzgârı estiği söylentilerinin ardında sosyal medyada yayılan dedikodulara eşlik eden fıkralar. Bu fıkraları ilk kez bu yazıyla, bazen Trabzonlu, bazen de Rizeli olduğunu söyleyen bir eski bürokrattan duyar ve “Karadeniz fıkralarını bizzat Karadenizlilerin kendileri çıkarıyor” diye içinizden geçirirseniz sizi kimse kınayamaz!
Yazı başlığından bu yazının bu tür dedikoduların aslının olup olmadığını konu edinmeyeceğini tahmin etmişsinizdir. Bu yazıdaki konumuz hemşehriciliğin modern toplumun inşasında bir sosyal sermaye unsuru olup olamayacağı sorusuna cevap aramak. Belki hemşehri fıkraları kadar neşeli değil ama bence önemli bir konu.
Sosyal sermayenin ne olduğunu ayrıntılı olarak başka yazılarda tartışmıştık. Bu yüzden burada detaya girmeyecek, bazı kısa tanımları hatırlatıp yola devam edeceğiz.
Piyasa, Devlet ve Sivil Toplum
Üretimin örgütlenmesinde piyasa ve devlet olarak iki soyut varlıktan bahsedilir. ‘Hangi tür işleri piyasa hangilerini de devlet daha iyi yapar’ yerli yerinde ve esaslı bir sorudur. Ama bunları tartışmayacağız. Bu yazıda konumuz ikisi dışında kalan sivil toplum faaliyetleri.
Beşeri sermaye, bir bireyin sahip olduğu doğuştan gelen veya sonradan geliştirdiği yetenek, bilgi ve bu ikisinin harmanlanması ile oluşan deneyim birikimini, sosyal sermaye ise diğer bireylerle uyum içinde davranabilme, her yönden güvenilir, ortak işlerde diğerleriyle birlikte çalışmaya istekli ve böyle olduğunun bilinmesine imkân sağlayacak ilişki ağlarına sahip olmayı ifade eder.
Beşeri ve sosyal sermaye hem özel sektör hem de devlet sektöründe herhangi bir bireyin bir göreve getirilmesinde değişik kombinasyonlarda aranan vasıfları temsil eder. Bireysel yarar ve kar güdüsünün merkezde olduğu, takdir yetkisinin olmadığı veya çok sınırlı olduğu faaliyetlerde beşeri sermayeye daha çok ağırlık verilir. Ortak yararın önde olduğu ve geniş takdir yetkisinin kullanıldığı işlerde ise sosyal sermaye öne çıkar.
Bireysel yarar ve ortak yarar soyutlaması konuyu basitleştirmek ve kolay anlatabilmek için kullandığımız birer metafordur; gerçek hayatta bireysel yarar ile ortak yarar iç içe geçmiştir ve soyut ifadelerde olduğu gibi birbirinden hemen ayrıştırılamaz. Sadece kendi çıkarı için çalışan insanlar da, bunu açık biçimde amaçlamasalar bile, toplum yararına hizmet ederler. Örneğin sadece terfi amaçlı olarak kişinin işini titizlikle yapması terfi etmesini kolaylaştırırken işlerin de düzgün yürümesini sağladığı için ortak yararı arttırır. Ekonomik hayatın nasıl işlediğine dair, çok yanlış anlaşılan ve haksız eleştirilere maruz kalan temel açıklamalardan biridir bu görünmez el metaforu. Korkmayın bu yazıda bu görünmez ele bir daha değinmeyeceğiz!
Soyut model üzerinden konuşmaya devam edersek, denebilir ki, kişisel kazanç merkezli özel sektör faaliyetleri beşeri sermaye yoğun, kamusal fayda ve güç kullanımı odaklı devlet sektörü sosyal sermaye yoğun; kar amacı gütmeyen ve daha çok gönüllü faaliyetlerden oluşan üçüncü sektör ise tümüyle sosyal sermaye ile çalışır. Bu yüzden sosyal sermayesi düşük kişilerin üçüncü sektörde görünürlükleri ve etkinlikleri azdır. Burada İsmail Demir kalkıp “Ama baba, gönüllü faaliyetlere katıldıkları için insanlar kişisel fayda elde etmezler mi?” diye itiraz edebilir her zamanki gibi. “Haklısın oğlum, ona kaldıysa sadece bireysel yarara odaklanan kişilerin, yeterli sosyal sermayeleri olmazsa istedikleri hedeflere ulaşamayacakları da açık. Dedik ya bunlar gerçekliğin tam resmi değil, baskın özelliklerin öne çıkarılarak resmedildiği soyut modeller.”
Bu çerçevede başta fakirlere, engelli ve dezavantajlı kesimlere yardım, çevreyi temiz tutma, doğayı koruma, belirli alanlarda beceri geliştirme, kültür, sağlık, spor, sanat ve dini faaliyetler, her düzeyde eğitime destek olmak gibi oldukça geniş bir alana yayılan sivil toplum faaliyetleri kolay kolay sosyal sermayesi düşük bireylerce yapılamaz. Sosyal sermayenin kullanım alanı o kadar geniştir ki neredeyse her beşeri sermaye etkin kullanım için bir miktar sosyal sermaye gerektirir. Bilindiği üzere saf bireysel kazanç amaçlı faaliyetlerde de güven en önemli ortak zemindir ve güven bir sosyal sermaye unsurudur.
Öte yandan ortak yaşamın gerekleri olarak ortaya çıkan ve fedakârlık ve gönüllülük içeren bu tür faaliyetlerde bütün bireylerin aynı hedefe odaklanmaları gerekmez. İşin doğrusu, eksiksiz bir listesini yapmakta zorlanacağımız kadar çok üçüncü sektör faaliyet türü söz konusudur. Çok sayıda sivil toplum kuruluşu arasında görünmez bir işbölümü vardır. Her biri farklı bir alana odaklanır ve o alana duyarlı kişileri bir araya getirir. Bireyler de beşeri ve sosyal sermayelerine uygun sivil toplum kuruluşlarında görev ve sorumluluk alırlar. Bazıları çevreyi korur, bazıları fakirlere yardım eder, bazıları engellilere beceri kazandırır, bazıları nadir hastalıklara yakalananlara destek olur, bazıları ise yaratıcı zekâsı olan çocukların gelişimi ile ilgilenir vb.
Bu yazıda hemşehriciliğin sosyal sermeye oluşumu ile olan ilişkisi bağlamında hemşehri sivil toplum kuruluşlarının rolüne dikkat çekeceğiz.
Belediye ve Memleket Kökeni Hemşehriciliği
Hemşehricilik, yaşanan coğrafya odaklı hissedilen yakınlık duygusunun bir sonucu olarak ortaya çıkan güçlü dayanışma ve yardımlaşmayı ifade eder. İnsanların aynı coğrafya üzerinde uzun süre birlikte yaşamaları birçok yönden onları benzeştirir. Aynı mekânın paylaşımı, zamanla başta yeme-içme, giyinme, çalışma, eğlenme ve düşünme alanlarında olmak üzere etnik, dini, kültürel ve siyasal birçok alanda ortaklıkların oluşmasına yol açar. Bu yüzden aynı coğrafyada yaşayanların aralarında farklılıklar olmakla birlikte benzeştikleri yönler, farklı coğrafyalarda yaşayanlarla olduğundan daha çoktur. Bu ortaklıkların ne kadarının her bir birey tarafından somut olarak paylaşıldığı çok ayrıntısıyla bilinmese bile, insanlar için coğrafya önemli bir ortak payda oluşturur.
Bu mekânsal birliktelik ortak paydasının, orada yaşarken hissedilmesi ile ayrıldıktan sonra hissedilmesi arasındaki farklılık, hemşehriciliği de çeşitli gruplara ayırır. Bu bağlamda hemşehri ortak paydasına dayalı dayanışma ve yardımlaşmanın belediye hemşehriciliği ile memleket kökeni hemşehriciliği olmak üzere iki çeşidi vardır. Birinci tür hemşehricilik belediye kanununda yer aldığı şekliyle bir belediye sınırları içinde yaşayan sakinlerin o bölgede yaşıyor olmak nedeniyle çevreyi, komşuları ve tarihsel dokuyu, sözlü ve yazılı kültürü koruma, bölgedeki sokak hayvanlarına bakma, birbiriyle dayanışma içinde günlük hayatı yürütme güdüsü ile oluşan dayanışma biçimidir. Bu dayanışma zamanla o yerin “yerlisi” olmaya doğru evrilir. Malum, yerli ile yabancının aynı yere ve orada yaşayanlara bakışı birbirinden farklıdır.
İkinci tür hemşehricilik ise aile kökeni bakımından başka bir bölgeden göç etmiş olma, yani memleket kökeni bakımından gerçek veya hayali ortak geçmişi olanların oluşturduğu memleket kökenli hemşehriciliktir. Buradaki gerçek veya hayali ortak geçmiş vurgusu önemlidir. Çünkü insan topluluklarının bugüne dair dayanışması, tarihsel kökenden koparıldıkça zayıflama eğilimi gösterir. Ortak geçmişi, ne kadar eskiye götürebilirseniz o kadar iyi. Bu yüzden onu derinlere taşıyabilecek her türlü tahayyül çok kıymetli.
Yüz yüze sürdürülebilir ilişki kurabilenler hızla yakınlık geliştirirler. Daha uzakta olanlarla birlik, beraberlik ve dayanışma duygusunu geliştirmek, ‘büyük bir ailenin fertleri’ oldukları hissini canlı tutmak, ancak bireyleri birbirine bağlayacak gerçek veya hayali ortaklıkları artırmakla mümkündür. Bu yüzden bu tür hayali ortaklıklar, yardımlaşma, dayanışma, birlikte iş görme kısaca sosyal sermaye oluşumu için çok önemlidir.
Aynı yörede geçmişte birlikte yaşamış olma ve aynı kültürü paylaşma ortaklığı fiilen ikinci ve üçüncü nesilden sonra kaybolmakta, memleket kökenli hemşehricilik dayanışması kendisinin değil atalarının birlikte yaşadığı bir ortak geçmişe bağlılığa dönüşmektedir. Bireyler “Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür.” diyerek aslında fiilen birlikte oluşan bir tecrübe ve yaşanmışlığa dayanmayan hayali bir ortak geçmiş meydana getirmektedirler. Bir yakınlık ve dayanışma güdüsü yaratan bu hayali ortak geçmiş algısı, kentlere göç eden ve yalnızlaşma riski yaşayan insanlarda kısa sürede ciddi bir sosyal sermaye unsuruna dönüşmektedir.
Her iki hemşehricilik türünün somut tezahürleri olarak vakıf ve dernek gibi sivil toplum kuruluşları oluşturulmaktadır. Bütün büyük illerde olmakla birlikte özellikle İstanbul ve Ankara’da yoğun hemşehri sivil toplum kuruşluları mevcuttur. Karadeniz Vakfı, Trabzon Vakfı, Kars Ardahan Iğdır Vakfı, Sivaslılar Vakfı, Osmaniyeli Bürokrat ve Akademisyenler Derneği (OBADER), Of Serince Köyü Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, memleket kökenli hemşehri sivil toplum kuruluşlarına örnek olarak verilebilir.
İstanbul belediyesinin kayıtlarına göre ilde bu amaçla kurulan sekiz bine yakın hemşehri bağlantılı sivil toplum kuruluşu bulunmaktadır.
Hızlı kentleşen ve kimlik bağları dağılan bireyler için bu ilave bağlılık unsurları modern hayat içinde tutunmayı sağlayan işlevsel bir kimlik oluşturduğu için hemşehri sivil toplum kuruluşları hızla taban bulmakta, kolayca meşruiyet kazanmakta ve özellikle alt sosyo-ekonomik kesimler tarafından büyük talep görmektedir.
Çekirdek Sosyal Sermaye Unsuru Olarak Hemşehricilik
Büyük şehirlere göç eden kırsal kökenli kişilerin, aynı ilçe belediyesi sınırları içinde ortak bir mekânda yaşamasa bile memleket kökeni nedeniyle birbirlerine yakınlık duyarak yardımlaşmaları, bu amaçla ortak sivil toplum kuruluşu oluşturmaları, kentsel alanda sosyal sermaye oluşum dinamiği bakımından son derece önemlidir. Zira bu gerçek veya hayali ortak geçmiş nedeniyle birbirine duyulan yakınlık, önce pratik bir ihtiyacın sonucu doğmakta, zamanla diğer sosyal sermaye unsurlarına ek olarak önemli bir pozitif sosyal sermaye unsuru haline gelmektedir.
Kırdan kente göçle büyük şehirlere gelen kitlelerin yüzleştiği hızlı bireyselleşme ve yalnızlaşmanın yıkıcı sonuçlarını telafi edecek olan şeylerden biri de şehirlerde yeniden üretilebilecek dayanışma ve işbirliği ortamlarıdır. Sadece kırdan göç edenler değil, birkaç nesil boyu şehirlerde doğup büyüyenler için de bu dayanışma ve işbirliği ortamları önemlidir. Bu dayanışma ve işbirliğini oluşturan itici güce çekirdek sosyal sermaye diyelim. Bu çekirdek sosyal sermaye kavramını biraz netleştirelim. Meşru zeminde ve meşru amaçlar için dayanışma ve yardımlaşma sağlayan her birliktelik bir potansiyel sosyal sermaye rezervi olarak görülebilir. Çekirdek sosyal sermaye, başlangıç oluşturan, başka bir şeyin yerine ikame edilen değil de bizzat kendisi güven, dayanışma ve yardımlaşma gerekçesi olan yakınlık hissi olarak tanımlayabiliriz.
Hem kır hem de kentlerde bir numaralı çekirdek sosyal sermaye unsuru anne veya babadan kan bağı yoluyla gelen akrabalık ile evlilik yoluyla oluşturulan hısımlıktır. Evlat edinmeyi de bu grup içinde sayabiliriz. Akrabalık ve hısımlığa ek olarak, kırsal alanda aralarında kan, evlilik ya da evlat edinme bağı bulunmayan kişiler arasında kurulan, sütanne veya kardeşlik, kan kardeşlik, sağdıçlık, ahret kardeşliği, musahiplik veya kirvelik gibi hukuki nitelik taşımamakla birlikte, kişilerin tercihine dayalı kurulduğu için karşılıklı yardımlaşma ve yükümlülükleri yerine getirme ile varlıklarını devam ettiren aile benzeri sanal akrabalık bağları sözkonusudur. Bunların herbiri birer çekirde sosyal sermaye unsurudur.
Kentlerde ise okuldaşlık, (okul mezunları dernekleri), hobidaşlık (sanat, kültür ve spor kulüpleri), meslektaşlık (meslek mensupları dayanışma dernekleri) ve hemşehricilik kırsaldaki geleneksel dayanışma unsurları gibi işlev görmektedirler.
Hemşehrilik bağı ile birbirine bağlanma, bu gerekçeyle birilerine yakınlık duyma ve yardımlaşma, yapılan faaliyetlerde gönüllü olma, çoğu zaman benzer amaçlar için kurulmuş olan sivil toplum kuruluşları için normal koşullarda ortaya çıkmayan yeni bir potansiyeli harekete geçirmesi sebebiyle diğerlerinden birkaç yönden farklılaşmaktadır.
Hemşehri olma sebebiyle oluşan yakınlık hissi, normal şartlar altında ortaya çıkmayan, dayanışma ve yardımlaşma kanallarında kullanılabilecek ilave yeni bir kaynaktır. Bunu, mevcut bilinenlere ek olarak yeni bulunan bir maden yatağı gibi düşünebiliriz. Örneğin yoksullara yardım veya öğrencilere burs temin etme amaçlı bir sivil toplum kuruluşuna üye olmayan, olmayı düşünmeyen birisi, hemşehrisi olan yoksullara yardım amaçlı veya hemşehri çocuklarına burs vermeyi hedefleyen organizasyonlara gönüllü katılım sağlayabilir ve mali destek verebilir. Buradaki hemşehrilik bağının, sosyal sermayenin en önemli unsurlarından olan yardımlaşma ve dayanışma için genel saiklere ilave bir saik oluşturması bakımından önemli olduğunu belirtmeliyiz.
Bireylerin büyük kalabalıklar içinde kendilerini köksüz, yalnız ve çaresiz hissetmeleri, pozitif sosyal sermaye oluşumunu olumsuz etkiler. Birincil derecede yakınları dışında hiç kimseye güvenmez hale gelen bireylerin toplumla bütünleşmesi hayli zor olmaya başlar. Bu yüzden çekirdek ailesinden sonra ilk sosyal ilişki ağını oluşturan hemşehri halkası, göç eden ilk kuşak için adeta deniz üzerindeki can simidi gibidir. İş bulmada, sağlık sorunu oluştuğunda, devlet kurumlarıyla ilgili müşkülatlarında, yardım gerektiğinde ilk başvurulan bu dar hemşehri grubudur. Zamanla ikinci kuşak için okul ve iş hayatı yoluyla buna yeni sosyal halkalar eklenir.
Hemşehri dayanışması, yakın aile dışındaki daha geniş kesimlerle toplumsal güveni tesis etmede, dayanışma duygusunu canlı tutmada ve ortak işlerde işbirliği yapmada önemli bir ilk adım mesabesindedir.
Vatandaşlık, Milliyetçilik ve Hemşehricilik
Günümüzün en meşru kimliklerinin başında şüphesiz vatandaşlık gelmektedir. Vatandaşlık bir vatan toprağı üzerinde birlikte yaşama arzu ve iradesini sembolize eder. Bu nedenle ulus devlet sınırları içinde vatandaşlık kimliğinin ana unsurlarından biri olan üzerinde yaşanan vatan toprağının tikel parçalarını oluşturan “memleket”lere referansla oluşan hemşehricilik dayanışması, ayrılıkçı nitelik kazanmadığı sürece, daima olumlu bir çağrışım yapar.
Aslında iki tür hemşehriciliği vatan sathına yayıp yasal çerçeveye oturttuğunuzda aslında sürpriz bir şekilde vatandaşlık bağını elde edersiniz. Vatandaşlık da tıpkı hemşehricilik gibi hatta ondan daha da fazla biçimde bir kısmı gerçek bir kısmı hayali bir ortak geçmiş anlayışı ve gelecek tahayyülüne dayanır. Bu tahayyül olmasa, hiç görüşmediğiniz ve hayatınız boyunca görüşmeyeceğiniz insanlara sırf vatandaş oldukları için nasıl büyük bir yakınlık duyabilirsiniz ki!
Aynı vatan toprağı üzerinde yaşamanın verdiği ortaklığın, yasal nitelik taşımayan daha çok kültürel unsurlarını içerir hemşehricilik. Askerlik yapanlar bilir: Kendini birbirine benzer ve hepsi aynı statüde kalabalık bir insan topluluğu içine terkedilmiş bulan bir asker kendine yakın birilerini ararken en kolay yakınlık unsuru hemşehriciliği görür. Daha önce hiç birbirini görmemiş olan iki kişi aynı memleketten olmak nedeniyle birbirlerine birden büyük bir yakınlık duymaya başlarlar. İşin daha ilginç olanı, böyle bir yakınlığın hissedilmesi değil, hissedilmemesi garipsenir. “Gel seni hemşehrinle tanıştırayım.” dendiğinde “Gerek yok.” demek garip ve anlaşılmaz bir tutum gibi görünür, bu yüzden kınanmaya, hatta sosyal baskı görmeye bile yol açabilir. Bu yakınlık ilişkisinin hemen kurulabilmesi onun, yukarıda da bahsedildiği üzere, bir mikro vatandaşlık gibi görülüp yaygın meşruiyet taşımasından kaynaklanır. Bu nedenle hemşehriye yakınlık duymak, tüm toplum kesimlerinin görece tarafsız kabul ettiği ve meşru gördüğü bir çekirdek sosyal sermaye unsurudur.
Bu yüzden ilk karşılaşmalarda “Nerelisin?” diye sorulması gayet normal görülür. Bu durum, uluslararası karşılaşmalarda da aşağı yukarı aynıdır. Ülke kastedilerek sorulan “Nerelisin?” sorusu isimden sonra ilk tanışma cümlesidir.
İlk karşılaşmada “Nerelisin?” yerine diğer sosyal dayanışma unsurlarının varlığını yoklayan soruların sorulduğunu düşünelim: Hayvan sever misin? Yoksullara yardım etmeyi sever misin? Hangi din veya mezheptensin? Evli misin? En son hangi partiye oy verdin? Etnik kökenin nedir? Hangi sporu yaparsın? Hangi müzikten hoşlanırsın?… Sizce de “Nerelisin?” bu ve benzeri sorular arasında açık farkla güvenle sorulabilen ve çekincesiz cevap verileni değil mi?
Hemşehri Sivil Toplum Kuruluşları Toplumu Yatay Keser
Sosyal sermayenin en önemli unsuru, başkalarına güvenmek, güvenilir olmak ve ortak işlere katkıda bulunmaya gönüllü olmaktır. Sivil toplum kuruluşu olarak hemşehri dernek ve vakıfları bu dayanışmanın özel bir türünü oluşturduğunu belirttik. Bu kuruluşlar diğer sivil toplum kuruluşlarından bazı yönleri ile ayrışırlar.
İlk olarak hemşehri STK’ları, faaliyetlerini gerçekleştirmek için hedef kitle bakımından başkalarıyla rekabet ihtiyacı duymazlar. Herkesin bir hemşehrisi olacağı ve herkes kendi hemşehrisine yakınlık duyacağı için bu, diğer çekirdek sosyal sermaye unsurları gibi, aynı hedef kitleyi kendi yanına çekmek için rekabeti gerektiren bir işlem değildir (fahri hemşehrilikler istisna!). Diğer çekirdek sosyal sermaye unsurları (etnik, dini, ideolojik, siyasi vb.) aynı hedef kitleye hitap etmek anlamında alternatifleriyle rekabet ettikleri için sorgulanmaya ve çatışmaya girmeye açıktırlar. Bu sebeple, resmi ideolojiler hariç, meşruiyetleri hemşehriciliğe göre daha sınırlıdır.
İkinci olarak, hemşehri dayanışması kentlerde hızla heterojenleşen alt gruplar arasında birleştirici bir mikro “üst kimlik” niteliği kazanabilir. Hem mikro hem de üst kimlik bir çelişki değil. Denebilir ki hemşehricilik dayanışması kentlerde yaşayan diğer çekirdek sosyal sermaye unsurlarının oluşturduğu alt grupları yatay kesebilme özelliğine de sahiptir. Aynı memleket kökeninden olanlar dini, siyasi ve kültürel farklılaşma olmasına rağmen hemşehri ortak paydasında görece daha kolay bir araya gelebilir, birbirine destek olup yardım edebilir, grup dayanışması sergileyebilirler. Bu yüzden bir hemşehri derneğinin çay ocağında her siyasi görüşten, her tarikattan ve her iş kolundan kişileri bulabilirsiniz. Bu bağlamda hemşehrilik bağı, diğer kimlikleri yatay olarak kesen bir üst kimlik haline gelebilir. Bu durum atomize grupların birbiriyle eklemlenerek toplumsal bütünleşme yönlü bir eğilimin ortaya çıkmasında önemli bir avantaj sunar.
Üçüncüsü hemşehri STK’ları memleket kökeni bakımından köy, ilçe ve il merkezli olarak organize oldukları için kentlerde yaşan toplumun en alt kesimlerini örgütlerler. Büyük şehirlere göç veren neredeyse her köyün bir yardımlaşma ve dayanışma derneğine rastlamak mümkündür. Bir kısmı sadece cenaze, düğün ve sünnet gibi toplu organizasyonlar için hemşehriler arasında haberleşme sağlama gibi çok sade amaçlar için kurulmuş olan bu örgütler, en alt kesimlerin toplumsal entegrasyonunda büyük işlev üstlenebilirler. Bunun için uygun bir sivil toplum organizasyon modeli oluşturmak gerekir. Son olarak bu konuya değinelim.
Ayırımcı Hemşehriciliğin Paydaş Hemşehriciliğe Dönüşümü
Hem aynı bölgede yaşamanın (belediye hemşehriciliği) hem de ortak memleket geçmişine sahip olmanın (köken hemşehriciliği) birer ilave sosyal sermaye unsuru olması tümüyle sorunsuz bir durum oluşturmaz. Buradaki kritik konu, ortak memleket geçmişine sahip olmanın, bir yandan olumlu bir sosyal sermaye unsuru iken diğer yandan bireyleri bu geçmişle bağlantısı olmayanlar ile katı biçimde ayrıştıran ve bu yönüyle dışlayıcı, dolayısıyla da içinde yaşadığı metropol şehrin diğer insanlarıyla bütünleşmeye engel oluşturacak gettolaşmayı besleyen bir faktöre dönüşme riski taşımasıdır. Bunun önemli bir risk olduğu açıktır.
Burada bir noktaya dikkat çekmeliyiz: Her güven ve dayanışma içeren çekirdek sosyal sermaye unsuru, kendiliğinde pozitif sosyal sermayeye dönüşmeyebilir. Örneğin yalancı ve suçlular arasındaki herhangi bir sebeple sıkı dayanışma oluşması toplumun geri kalanı için bir negatif sosyal sermayedir. Memleket kökenli hemşehrilik dayanışma güdüsünün, aynı aile, akraba veya kültürden gelmiş olma ve yüz yüze ilişkilere dayanma nedeniyle bireyler arasında kendiliğinden oluşan bir dayanışma türünün bir nevi devamıdır. Bu dayanışmanın, içinde yaşanılan şehir içinde daha geniş topluluk ile ayrışma gerekçesi haline gelmesi, sosyal bütünleşmeyi engelleyici bir negatif sosyal sermayeye dönüşmesi de pekala mümkündür. Zira hemşehricilik dayanışması, diğer insanları küçük görme ve hemşehri grubuna yönelik aşırı güven yanlılığı, kayırmacılık, şehre önce gelenlerin sonrakiler üzerinde tahakküm kurması ve onları sömürmesi, dar grubun kendine yeter duygusunu aşırı güçlendirerek bütünleşmeye karşı direnç unsuru veya ayrılıkçı grup davranışına meyledildiğinde siyasi rant aracı haline gelebilir. Bu yüzden kendiliğinden oluşan bu dayanışma güdüsünün büyük şehir ortamında birlikte yaşanılan ve hemşehri olmayan daha genel topluluk ile uyum içinde yaşamaya katkı sağlayacak biçimde etkili bir pozitif sosyal sermaye unsuruna dönüşmesi kendiliğinden gerçekleşmeyebilir.
Bunun için sürekli göç alan ve nüfus toplayan büyük kentlerin başta hemşehricilik olmak üzere çekirdek sosyal sermaye unsurlarını pozitife dönüştürecek gerekli araç ve mekanizmaları geliştirmesi gerekir. Bunun yolu da memleket kökenine dayalı hemşehricilik faaliyetlerinin hukuki dayanağı olan, şeffaf biçimde ve modern sivil toplum kuruluşu araçları ile hayata geçirilen etkinliklere dönüşmesini temin etmek, bu yapıları kendilerinden daha geniş kitleler ve alt gruplarla paydaşlık ilişkisi kurabilir hale getirmektir. İstanbul’da kurulan 81 vilayetin hemşehri STK’larını bir araya getiren Yedi Renk Tek Yürek Platformu bunun nasıl yapılabileceğinin güzel bir örneğidir.
Bu paydaşlık ilişkileri geliştikçe, hemşehri dernekleri bünyesinde bulunan bireylerin büyük kentlerde kendilerini yalnız hissetmemeleri, üyeleri arasında yardımlaşma ve dayanışma ilişkileri kurarken başta belediyeler olmak üzere devlet veya diğer sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri ile karşılıklı ilişki ve etkileşim içinde olmalarını sağlamak, böylece hem onların tabanlarına daha iyi hizmet etmelerini temin etmek, hem de onları kentle uyumlu ve barışık birer belediye hemşehrisi haline getirmek mümkün olacaktır. Yani kendiliğinden oluşan hemşehricilik çekirdek sosyal sermayesinin, ayrışma, dışlama ve sonuçta gettolaşmaya yol açacak biçimde negatif sosyal sermayeye dönüşmesinin önlenmesi; ancak kapsayıcı pozitif sosyal sermaye unsuruna dönüşmesini sağlayacak şeffaf hukuki yapıların ve olumlu sosyokültürel iklimin oluşturulabilmesine bağlıdır.
Bu amaçla, bu örgütlerin geleneksel olarak taziye, düğün, memleket ile bağın korunması ve geleneksel kültürün yaşatılması ve yeniden üretilmesi için düzenlenen festivaller ile sınırlı faaliyetlerine yeni bir ivme kazandırılabilir. Sağlık okuryazarlığı, medya ve sosyal medya okuryazarlığı, finansal okuryazarlık, bilgisayar okuryazarlığı, internet okuryazarlığı, reklam okuryazarlığı, TV okuryazarlığı, kültür okuryazarlığı, tarih okuryazarlığı, coğrafya okuryazarlığı, ilk ve acil yardım, afet eğitimi, farklı alanlarda beceri kurs ve sertifika programlarıyla beşeri sermayeleri artırılırken, diğer yandan da kentle bütünleşme ve kentin imkânlarından yararlanma, risklerinden korunma konusunda temel vatandaşlık becerilerinin tabana yayılmasına düşük maliyetle aracılık edilmiş olur. Bu da önce göç alan büyük metropollerde sonra da ulusal düzeyde pozitif sosyal sermaye oluşumu için ilave bir motivasyona dönüşür. Sonuç olarak hemşehricilik, gerçek veya hayali ortaklıklara dayalı olarak oluşan vatandaşlık bağının hukuki nitelik taşımayan bir mikro yansımasıdır ve büyük oranda kendiliğinden gelişen bir çekirdek sosyal sermaye türüdür. Aynen vatandaşlık gibi, kapsamı dışında kalanları yerme, değersizleştirme ve kötülemeyle sonuçlanacak tektipleştirici, ayrıştırıcı, daraltıcı, dışlayıcı ve sonuçta işbirliğini önemsizleştirdiği için fakirleştirici bir kimliğe dönüşebileceği gibi, daha geniş insan gruplarıyla daha sağlıklı ve dengeli ilişki kurmaya katkı sağlayacak, bireyleri geliştirecek, güçlendirecek, özgürleştirecek ve zenginleştirecek bir pozitif sosyal sermaye unsuruna da dönüşebilir. Tercih sizin sevgili “hemşehrilerim.”
Bir yanıt yazın