Liste

Ömer Demir

“Artık en önemli şey yerli ve milli olmak” dedi bir arkadaş bir sohbet sırasında. “Niye” diye sordum. “Ne demek niye” dedi “yerli ve milli olmayandan fayda yok.” “Niye” diye üsteledim. “Sende mi yoksa” dedi, öylece kızgın ve suçlayıcı bir tonla. Konuşmayı ve diyaloğu bitiren kendiliğinden doğru olduğu varsayılan “yerli ve milli safında mısın, yoksa ne olduğu bilinmeyen diğerlerinin mi?” tavrı giderek daha çok taraftar toplamaya başlıyor. Bu konuyu ele almak ve yazmak gerekir diye geçirdim içimden. İçimden geçeni yazdım bu yazıda.

Yükselen Yeni Söylemler

Son yıllarda ülkemizde yükselen bir deyiş var, herkesin ağzında: Yerli ve Milli. Özel bir anlam kazanmış ama bu özel anlamın detayına bakan pek yok gibi. Önce savunma sanayinde üzerinde Türk malı etiketi koymak için yapılan çabalarla duyuldu sık sık. Sonra 15 Temmuz darbe girişimi olunca, darbecilerin kökünün dışarıda olduğunu vurgulayan yerli ve millilik vurgusu daha da önem kazandı. Son seçimlerde Cumhur İttifakının karşısına millilik vurgusu içeren Millet İttifakı oluştu.  Son on yılda yerli ve milli vurgusunun öne çıkması için ziyadesiyle gerekçe biriktiği  anlaşılıyor. 

Yerli yurt içinde yapılan veya bir yurdun kendine özgü niteliklerini taşıyan, milli de bir millete özgü olan demek basitçe. Sporda Trabzonspor yerli takım, adından da anlaşılacağı gibi milli takım da milli. Yerli takımlarda birçok yabancı oyuncu var ama milli takımda sadece Türk vatandaşları, isterse başka ülkelerin takımlarında oynasın. Sporla çok ilgili olduğum için bu örnekleri vermedim. Ekonomiden örnek verelim. Uluslararası bir markanın Bursa’da ürettiği araba yerli ürün, buna karşılık Libyadaki müteahhitlik faaliyetlerinden ülkeye gelen kaynak da milli. Bunun ekonomideki karşılığı Gayrisafi Milli Hasıla veya Gayrisafi Yurt İçi Hasıla. Birbirinin tekrarı gibi görünen ama aslında farklı yerlere vurgu yapan bu iki kavram siyasal söylemde bir araya gelince ne oluyor? Bu yazıda bu sorunun peşine takılalım.

Yerli mi Milli mi?

Ulusal kimlik günümüzün fazlaca sorgulanmadan kabul gören kimlik türlerinden biri. Çünkü bu günün dünyasında nihai adresi bir ülke sınırları olan herhangi bir vatandaşlık bağı bulunmayan insanların sahip oldukları diğer kimliklerin hiçbiri, bu ulusal kimliğin gördüğü işi (ülke içinde kamu hizmeti alma, mal mülk sahibi olma, ülke dışı seyahat için gerekli kimlik ve pasaport verme vb.) görmüyor. Bu yüzden ulusal kimlikler günümüz insanının vazgeçilemezleri ve ulus devletlerin en belirgin sembolleri.

Her ülke vatandaşı kendi ulusal kimliği ile övünür. Başka ülke kimliklerine öykünme pek hoş karşılanmaz, daha çok da öykünen kişinin kimliğini taşıyan ülke vatandaşları tarafından. Bu durumun kendisi ilave bir dışlanma gerekçesi bile olabilir.  Bu soyut kimliklerin yaygın kabul görmesi, ilk anda kurucu unsurlarının pek sorunsuz olduğu izlenimi verir. Ulusal kimlik ile yakından ilişkili iki kavram olan yerlilik ve millilikte olduğu gibi. Yerlilik ve milliliğin niteliklerine yakından bakıldığında bazı sorunlar ile karşılaşılır.

İlk olarak, bir topluluğun kendine özgü olduğu söylenen nitelikleri zaman içinde değişim gösterir. Bu değişimin bir kısım dinamikleri toplumun içerisinden bir kısmı da diğer toplumlardan gelir. Bu etkilenmenin ne kadarı yerli veya milli olmayı bozar, belirsizdir.

İkinci olarak, bir toplum kendine özgü niteliklerinin bir kısmını değiştirmek, onlardan vazgeçmek hatta en kısa sürede kurtulmak isteyebilir. Toplum öne çıkan o nitelikleri ile tanımlanmak istemeyebilir. Dolayısıyla yerli veya milli olarak sahip çıkılmak için bazı niteliklerin topluluğun kendine ait olması yeterli değildir, onları olumlaması da gerekir. Toplum tek bir birey gibi karar vermediğine göre hangi karar süreçlerinden hangi destekle olumlanan bir karar veya ne kadar çoğunlukla benimsenen bir uygulamanın toplumun kendisini nitelemek için beğendiği karar veya uygulama olduğu belirsizdir.

Üçüncüsü, insan topluluğu sayı olarak büyüdükçe, nitelik olarak çeşitlendikçe bir niteliğin topluluğun bütününe ait olma vasfını nasıl kazanacağının tespiti önemli bir sorun haline gelebilir. Birbiriyle ilgisiz veya çatışan niteliklerin yerli yahut milli olmak için aranan özelliklere eşit düzeyde sahip olmaları halinde hangisi yerli olarak işlem görecek? Yerlilik kriterleri bakımından eşdeğer durumda olan nitelikleri gerekçe göstererek taraflar birbirini yerli veya milli olmamakla suçlar hale gelebilirler. Bu sorunları daha iyi görmek için her iki kavrama biraz daha yakından bakalım.

Yerli, Milli ve Cihanşümul

Her birey başkalarıyla olan bireysel ilişkilerinde bir noktaya kadar karşılıklılık gözetir. Karşısındakinden bir şey istediğinde, onu razı edecek, gönüllüce istediğini vereceğini düşündüğü bir şey önerir. Ulusal ve uluslararası ölçekteki ilişkilerde de durum benzerdir. Başkalarına verecek bir şey üretmeyenin onlardan bir şey istemeye pek yüzü olmaz. Ulusal üretim kapasitesi düşük bir topluluğun sürekli başkalarının eline bakması, onlara hayranlık beslemesi hatta zorunlu hallerde başka ülkelerin merhametine muhtaç kalması ulusal onuru derinden zedeler. Bu yüzden her ülke kendi ayakları üstünde durmak, başkalarına çaresizce teslim olmadan yaşayabilmek, ilişkilerde ne alıp vereceğine kendi iradesiyle karar vermek ister. Buna ulusal egemenlik deniyor. Ulus topraklar üzerinde egemen oldukça vatandaşların özgüveni artar, üretilen mal ve hizmetler yanında ülke pasaportu da değer kazanır.

Öte yandan her ihtiyacını kendisi görmek isteyen bir birey hem ihtiyacı olan her işe yetişemez, hem de yetiştiklerini istediği kalitede yapamaz. Bu yüzden insanlar etkin biçimde yardımlaşmak için grup halinde yaşarlar. Burada yardım karşılıksız yardım değil, birbirinin işini görerek hayatını kolaylaştırmak anlamındadır. Uluslararasında da kural aynıdır: Özü yardımlaşma olan serbest mübadele (iyi ürettiğini başkasına verme ve ondan iyi ürettiklerini alma) karşılıklı olarak refah artışı sağlar, farklı toplulukların birbirlerine daha fazla değer vermelerine ve saygı duymalarına katkıda bulunur. Bu yüzden kendine güveni sağlayacak yetkin ve yeterli olma arzusu abartılarak maliyet ve kalitesine bakmaksızın her şeyi kendi şartlarında üretmeye dönüşürse, özgürlük ve zenginlikten ziyade dışlanma ve yoksulluğa kapı açar. Çünkü kaynak ve yetenekler sadece bir gruba verilmediği için başkalarına kapıyı kapama tercihi yapan her topluluk diğer toplulukların yeteneklerinden ve uzmanlıklarından kendini mahrum bırakmış olur. Ulusal iradesi baskılanmadan kendi isteği ile uygun gördüğü şartlarda başkalarıyla serbest işbirliği yaparak güvenlik, refah ve mutluluk artışı sağlanabileceği insanlığın ortak tecrübelerinden biridir.

Bu bağlamda her egemen ulus, güçlü olmak ve iradesi üzerinde baskı hissetmemek için ülke içindeki insan gücünü ve diğer kaynaklarını olabildiğince iyi yönetip kendisini başarılı bir konuma getirerek diğer ulusların karşısına çıkmak ister, aynen birey gibi.  Bunu vurgulayan yerli ve milli nitelemesi, ulus içi dayanışmaya işaret eder, ulusal dinamikleri harekete geçirmeyi amaçlar. Bu dinamizmden yararlanmak her ulusun en doğal hakkıdır. Bu yüzden tüm uluslar, öncelikle kendilerini diğerlerinden farklılaştırdığını düşündükleri özellikleri biraz da abartarak öne sürmekte bir sakınca görmezler. Farklı ve üstün olduğu düşünülen baskın ulusal vasıflar (çalışkanlık, kahramanlık, yardımseverlik, bağımsızlık tutkusu vb.) aşağı yukarı her yerde aynıdır. Ulus içi daha çok dayanışma gerektiği durumlarda, milli ve yerli vurgusu belirgin biçimde artmaya başlar.

Fakat tüm değerli olan şeylerin bir ulusa özgü kılınması, ne mümkündür, ne gerçekçidir ne de işlevseldir. Tarihsel gerçekliğe açıkça aykırı olduğu için de anlamsızdır. Çünkü insanlık tarihinin bugüne getirdiği maddi ve manevi tüm değerli şeyler, bütün milletlerin bir şekilde katkıda bulunduğu anonim bir üretim sürecidir. Şu an bu yazıyı okurken elinizin değdiği uzaklıktaki eşyaların ve o an aklınıza gelen fikirlerin tarihinin izini sürmeyi deneyin. İçtiğiniz çay ya da kahve, onun servis edildiği cam veya porselen bardak, okuduğunuz kitabın sayfaları, sayfalarda yazı olarak okuduğunuz harflerin alfabe olarak kendileri ve onları matbaalara, dijital ortamlara dönüştüren icatlar; şimdiye kadar okuduğunuz kitapların yazarları, izlediğiniz filmlerin senarist, oyuncu ve tasarımcıları; az önce aldığınız ağrı kesici, küçükken olduğunuz ve sağlıklı olmanızı sağlayan aşılar, bir gün içinde yediğiniz yemeğin bu tat ve kıvama gelişinde katkısı olanlar; üzerinizdeki takı ve giysilerin her birinin malzemelerinin üreticileri ve tasarımlarının mucitleri; size yetkinlik kazandırdığını ve erdemli olmanıza katkıda bulunduğunu düşündüğünüz her türlü bilgi, deneyim, tutum veya davranışı kazandıranlar ve onların beslendiği kaynaklar; size faydası olan yol, bina, köprü, araç, makine ve onların üretilmesi için gerekli hammaddelerin size yararlı olacak hale gelinceye kadar onlara katkıda bulunanlar vb. Her birine küçük bir teşekkür etmeye kalksanız bugün torunları yaşasa yedi düveli bir araya toplamanız bile yeterli olmaz ve teşekkürünüz mutlaka eksik kalır. Kısaca, bugün insanlığın sahip olduğu medeniyet birikiminde ulusların paylarını belirlemek, konuştuğumuz anadilimizin gelişmesine her birimizin soy yoluyla dedelerinin katkısını belirlemek kadar zordur.  “Ha bu” kelimesini ilk senin dedelerin mi kulandı, benimkiler mi? Çıkabilirsen çık bakalım bu işin içinden!

Bu nedenle özgüven ve motivasyon kazandırma amaçlı aşırı bir ulus-merkezcilik, ulus-devlet vatandaşlarını geçmiş uygarlıklardan tevarüs edilenler konusunda kadir kıymet bilmez, vefasız ve anlayışsız bir konuma itebileceği gibi bugün itibariyle de diğer ulusların yaptıklarından yeterince yararlanmalarını engelleyebilir, onlarla sağlıklı ilişkilerin kurulmasını tehlikeye atar. Ağrı hissedildiğinde birkaç doz ağrı kesici iyidir ama dozun  aşırısı bünyeyi tümüyle zehirleyebilir.

Kendine benmerkezci bir dünya kurup, başka ulusların geçmişte ve şimdi ürettiği her şeyi ikincil görerek önemsizleştiren bir bakış açısının, diğerlerinden takdir ve saygı görmesini beklemek hayalcilik olur. Bu yüzden ulus ölçeği dışına çıkıldığında, milli üstünlük söyleminin tonu hafiflemeye, tüm insanlığın ortak değer ve ideallerine vurgu yapan, diğer ulusların da değerli işler yaptığını kabul ve takdir eden bir söylem benimsenmeye başlanır.  Uluslararası alanda ulusal değerlerin biricikliği, sadece bir topluma özgüllüğü ve farklılığından ziyade, diğer insanların da yararına olan yönleri öne çıkarılır. Bu platformlarda çalışkan, sabırlı, yardımsever ve erdemli olmak başka ulusların da işine yaradıkça onlar nezdinde ulusunuza saygınlık getirir.

Ülkesine, insanına güvendiğini ifade etmek, ulusal kaynaklarını en iyi şekilde seferber etmek, çalışkanlığı ve üretkenliği öne çıkarmak için yerli ve milli vurgusunda bulunmaya hiç kimsenin hiçbir itirazı olamaz. Bu ulusal potansiyelin etkin kullanımı için bir ön şart olarak da görülebilir. Ama burada, ülke düzeyinde toplumsal çıkarı bireysel çıkara üstün gördüğü halde iş uluslararası alana geldiğinde ulusal çıkarı küresel çıkara tercih eden ulus merkezli yaklaşımlarda bir etik çifte standardının olduğunu da gözden kaçırmayalım.

Bir Yer İle Ne kadar İlişki Ne kadar Süreli Olursa Yerli Olunur?

Birey ve toplum hayatında mekân önemli bir unsurdur. İnsan bir fiziksel mekânda doğar ve o mekâna egemen olan iklimde yetişir. Doğal iklimin yanı sıra kültürel iklim de insanı şekillendirir. Bu nedenle aynı mekânı paylaşanların mekân birlikteliği üzerinden birbirlerine bir yakınlık duymaları anlaşılabilir bir şeydir. Görece farklı inanç ve kültürlere sahip olsa da aynı yerleşim yerlerinde yaşayan insanlar birbirlerine daha yakınlık duyarlar. Genel anlamda hemşerilik ve vatandaşlık yoluyla hissedilen yakınlık bu yoldan ilerler.

Soy kökeni ve aynı inanç ilkelerini paylaşma da, bireylere, daha fazla birbirine yakınlık duygusu verir. Konuştuğunuz dilin tam olmasa da birbirine yakın telaffuzu olan üç beş kelime, birkaç yemek çeşidi bağlamında ortaklık bulduğunuz Sibirya’daki bir Türk kökenliye, ya da Müslüman olan bir Japon yahut Endonezyalıya aynı dini inançları paylaşmak nedeniyle bir yakınlık hissedilebilirsiniz. Dindaşlık, ideolojik yakınlık ve etnik köken yakınlığı da bu yolu takip eder.

Adından da anlaşılacağı üzere “yerli” daha çok yer ile ilişkili olandır. Burada açık olduğu varsayılan boyutlara tek tek bakalım. İlk soru, kişi üzerinde etkisi olan yerin coğrafi sınırları nasıl çizilecektir? Yani ölçek kaç metrekaredir? Mahalle, köy, belde, ilçe, il, bölge veya ülke ölçeği göz önüne alındığında yer ile olan ilişkinin niteliği değişir. Aynı ülkede birbirinden tamamen farklı birçok doğal çevre, adet, inanç ve kültürel unsur bulunabilir. Bunlar birbiriyle ilgisiz, birbirini bütünleyen veya birbirine zıt olabilir. Hepsi ulus ölçeğinde bir arada yaşayan herkes için aynı düzeyde yerli olma değerine sahip olamazlar. Bunların yerliliği, hangi ölçektedir? Aynı coğrafi alanın içinde olmuş olmak, her farklı inanç ve uygulamaya aynı derecede yerlilik değeri kazandırır mı? Karadenizlinin bir düğün âdeti Diyarbakırlı için de yerli olmak bakımından aynı değeri taşıyabilir mi? Zor bir karar. Bu yerliliğin geçerli olabileceği mekânın genişliğinin sınırlarını çizme konusunu geçip diğer bir zor konuya dönelim.

Bugün aynı mekanda yaşayan kuşaklar, dede ve ninelerinin düşündüğü, yediği, içtiği, eğlendiği ve giydiğinden farklı düşünüp, yiyip, içip, eğlenip giyiniyorlar. Muhtemelen dedeleri de, bu konularda kendi dedelerinden, arada şimdikiler kadar büyük fark olmasa da, farklıydı. Anadolu’da ipek yoluyla tanışmadan önceki yaşam ile tanıştıktan sonraki yaşam aynı değildi herhalde. Buradaki soru şu: Aynı mekanda yaşayan ve geçmişte yaşamış insanların şimdiki halleri mi yerli, yüz yıl önceki dedelerinin halleri mi, yoksa bin yıl önceki atalarının halleri mi, yoksa hepsi mi? En son hal, öncekileri de kapsar dersek, nereden etkilenirse etkilensin bir mekanda şu an olanı yerli kabul edersek, yabancıyı sadece bugüne özgü farklılık olarak görmemiz ve dışlamamız icap eder. Geçmiş dönemlerde yabancılardan öğrenilerek alınan her şey yerli oluveriyorsa, şimdi öğrenilip alınanın niçin aynı hakkı olmasın ki! Şimdi de başkalarından görüp beğenip aldıklarımıza pekâlâ yerli diyebiliriz o zaman. Bu durumda da, burada mevcut olanı, düne bugüne bakmadan buranın hazım kapasitesi yerli yapar sonucuna varmış oluruz. Ortada da yerli olmayan hiçbir şey kalmaz. Bu günün “en yabancısı” yarının en yerlisi oluverir hemen.

Bu bağlamda örneğin 600 yıl süre saltanatla yönetilen bir coğrafyada yaklaşık 100 yıllık bir geçmişi olan cumhuriyet yönetimini yerli olarak görebilir miyiz? Görebiliyorsak, bu durumda yerli olmak ile günümüzdeki anlayışlara uygun biçimde meşru olmak arasında bir fark yok demektir. “Bu toprakların” diye başlayan yerlilik vurgusu, bu topraklarda yaşayan insanların diğer insanlarla olan her türlü meşru ilişkilerini de kapsadığına göre, onları yerli kılan hangi özellikleri olduğu sorusu açıkta kalmaya devam eder.

Yani yerli olmak için bir yerle olan ilişkinin derecesi ve süresinin ne olması gerektiği açıklanmaya muhtaçtır. Yerli olmak için yer ile ne kadar süreliğine ve hangi nitelikte ve yoğunlukta irtibatlı olmak gerektiği meçhuldür. Bir sürü yerli elmamız var ama elmanın ana yurdu Alma Ata’dır. Anadolu insanı yerlidir ama 1071’den itibaren buralar yurt edinilmiştir. Coğrafyada yaşayan insanlar esas alındığında İskitler, Sümerler, Etiler mi Anadolu’nun yerlileridir yoksa Orta Asya’dan gelenler mi? Arap harfleri mi, Latin harfleri mi, Romen harfleri, çivi yazıları mı, Ermeni harfleri mi daha yerlidir? Bunların her biri yerli ise bunlar arasında bir derece farkı veya bir yerlilik hiyerarşisi var mıdır? Yerlilik doğrudan mekâna değil de o mekânda üretilen kültüre istinaden tanımlanan bir şeyse, kültürün hangi formu esas alınacaktır? Üstelik kültür de zamanla değişmektedir. Yerli olan, yerle irtibatlı olanın hiç değişmemiş olanı mı, yoksa değişse de belirli unsurları içermeye devam edeni midir? Hattuşaş yerleşim yeri, Ayasofya ya da Sümela birer yerli kültür varlığı mıdır? Sultanahmet ile Ayasofya arasındaki fark, yerli olmak bakımından aynı mıdır? Bu soruların ima ettiği şey, yer ile irtibat kurmak anlamında yerli nitelemesinin anlamlı olmakla birlikte hiç sorunsuz bir durum olduğunun da söylenemeyeceğidir. Biraz da “milli”ye bakalım.

Yerli Olmak Milli Olmayı da İçerir mi?

Milli bir millete ait olmak demek. Millet de bir vatan toprağı üzerinde yaşayan insan topluluğu. Millet ortak özellikleri kadar farklı özellikleri de olan insanlardan oluşur. En yaygın ortak paydalardan biri aynı dili konuşmaktır. Ancak vatandaşlık belgesi varsa Türkçeyi bilmeyeni bile Türk milletinden saymamak mümkün değil.

Milli olmak, bir ulus-devlet egemenliği içinde yaşamak ile çok daha ilgili hale gelmiştir. Milleti tanımlamak için zaman zaman kullanılan dil, din ve ortak kültür birer alt bileşenler olarak zikredilmekle birlikte en belirleyici olan ulus-devlet egemenliğini kabullenmektir. Diğer unsurlarının her biri, az veya çok bir grubu dışta bırakır. Bir ulus-devlet içinde yaşayan herkesin aynı inançlara sahip olmasını, ne temin etmek ne de olup olmadığını tespit etmek mümkündür. Tanıma anlam katan unsurlar içinden en ölçülebilir olan dil olmasına rağmen sadece dile dayalı bir millilik tanımı yapmak bile mümkün değildir. Arapça konuşan ama birbirine düşmanca tutum takınan milli kimlikler söz konusudur. Dili, dini inancı ve etnik kökeni aynı olsa da başka ülke sınırları içinde yaşayan, yani başka bir siyasal birliğe üye olan birisi, milli tanımı içinde kendine yer bulamayabilir.

Yerlilik gibi, bir fikir, görüş, yaklaşım, davranış veya kararın milli olup olmadığını belirlemek de çok zordur. Çünkü milli bütünlük en genel ve soyut haliyle anayasa ve yasalar ile temsil edilir. Ülke adına milli olan, anayasa ve yasalara uygun olandır. Devleti çalıştıran organ olan hükümet, milleti temsil eder ama tüm milletin oyunu almadan da hükümet kurulabilir. Bu durumda farklı hükümetlerin aldığı kararlarda millilik farkı ortaya çıkabilir mi sorusu gündeme gelir. Çıkabilirse bunun tespiti nasıl yapılacaktır? Alınan kararların alınma biçimine mi yoksa içeriğine mi bakacağız? Örneğin daha çok kişiye daha düşük kalitede konut yapımına imkân veren bir kanunu, daha az kişiye daha kaliteli konut yapımına izin veren bir kanuna göre daha milli mi sayacağız ya da tersi.  Yoksa kanunun çıkması sırasında arkasındaki oy desteğine mi bakacağız? Ne kadar fazla oy desteği alan bir hükümetin aldığı kararlar diğerlerine göre daha milli olur? Ya da parlamenter sistem mi, başkanlık sistemi mi daha millidir? Bir anayasa değişikliği daha çok kişi tarafından onaylanırsa millilik artar mı?  Parlamentoda görüşülen bir yasaya daha çok vekil evet derse o diğerlerine göre daha milli mi olur?  Yahut bir kanunun ne kadar uzun süre değişmeden kaldığı mıdır en güvenilir millilik ölçütü? Bir yıl sonra değişen bir kanun 20 yıl sonra değişene göre daha az mı millidir? Milliliği belirleyen ideolojik yelpazenin belirli bir yerinde bulunmak mıdır? Yani siyasi yelpazenin sağında, solunda veya merkezinde yer almak milliliği yakalamak için ilave bir imkan verir mi? Millilik bir tutum mudur? Öyle ise onu hangi ölçeği kullanarak ve nasıl tespit edeceğiz? Örneğin bayrağa sarılan ama dine karşı olan veya dine sarılan ama bayrağı önemsemeyenden hangisi daha millidir? Milli olanın tespiti için üzerinde uzlaşılan nesnel ve karşılaştırılabilir bir ölçüt silsilesi var mıdır? Ulusal bayrağı çok seven ama yolsuzluk yapan mı, yoksa bayrak sevgisi olmayan ama yolsuzluk yapmayan mı daha millidir? Bu sorulardan neyin milli olduğu ve bunun kim tarafından ve nasıl belirleneceğinin çok kolay tespit edilemeyeceği anlaşılmaktadır. Buna rağmen siyasal düzlemde milli ve yerli tabirinin geniş yer bulmasının bir sebebi olmalıdır.

Çoğulluk İçin Yerli, Tekillik İçin Milli

Yere bağlı olarak değer ve anlam kazanan yerli, ulus devlet temsiline dayalı olarak değer kazanan da milli olanı oluşturduğunda, bu ikisi arasında nasıl bir ilişki ortaya çıkar dersiniz? Bunlar arasında bir birbirini tamamlayıcılık ilişkisi mi yoksa zıtlık ilişkisi mi vardır? Yerli olan, milli olanla her zaman barışık olur mu? Milli olan, genelde yerli olanlar arasından en baskın olanı temsil eder. Dilin ulusal formu bile en yaygın veya etkili olan şive veya lehçesidir. Türkiye’nin her bir yanında konuşulan dil Türkçedir ama telaffuz birbirinden çok farklıdır. Her yerli şive veya ağız aynı düzeyde yer bulamaz ulusal dil havuzunda. Örneğin ders kitapları başta olmak üzere yazılı eserler İstanbul Türkçesi ile yazılır, ulusal yayın yapan medya kanalları İstanbul şivesiyle yapılan konuşmalara daha çok yer verir. Yani dilde yerli olan milli değildir pek, Karadeniz aksanı Türk dilini temsil etmez yani. Çoğunlukla milli politikaların yerli çoğulculuğu azaltıcı etkisi vardır.

Bireysel farklılıkları ortak hedeflere yöneltmek için millilik vurgusu isabetli ve başarılı bir kitle yönlendirme biçimidir. Millilik vurgusu, ortaklığa, homojenliğe ve birlikteliğe işaret eder ama bu çağrıya muhatap olan vatandaş kitlesinin heterojen yapısı da gözden kaçırılmamalıdır. Bu millilik vurgusunun gücü arttıkça, muhatap kitle içindeki heterojen unsurlarda ayrılık ve dışlanmışlık hissi uyanmaya başlar. Millilik unsurlarından olan etnik yapıyı öne çıkarırsanız azınlık etnik kimlikler; dini unsurları öne çıkarırsanız diğer din mensupları; ekonomik ve sosyal gruplardan (köylü, memur, işçi işveren vb.) birini öne çıkarırsanız diğer sosyal gruplar; belirli bölgelerde yaşayanları öne çıkarırsanız diğerleri bir şekilde dışlandıklarını hissederler. Sadece milli deyip işi halletmek mümkün olsa işler çok kolay olurdu ancak hiçbir unsuru öne çıkartmadan yapılacak millilik vurgusu da ya dayanışma duygusunun tabana ulaşmasında zorluk ortaya çıkarır ya da zamanla millilik kavramının içi boşalmaya başlar. Her ikisi de hiç istenmeyen birer sonuçtur. Çünkü milli birlik söylemi, ne kadar çok kişiyi içine alırsa o kadar çok amaca hizmet eder. Millilik vurgusuna ihtiyaç duyulan dönemlerde toplumun heterojen unsurlarını da kapsam içine almak için mekân merkezli bir vurguya ihtiyaç hissedilir. Bunu da yaşanılan mekânın yüklediği ortak kadere işaret eden yerlilik söylemi sağlar. Ulusu temsil makamındakilerin ideallerine aynı yakınlıkta hissetmeyenleri motive edecek olan bu yerlilik söylemi, tüm farklılıklara rağmen aynı mekân üzerinde birlikte yaşamanın zorunlu kıldığı ortak kadere sahip çıkma güdüsünü devreye sokar. “Hepimiz aynı gemideyiz” ifadesi bunu çok güzel anlatır. Geminin gideceği yeri ve hızını, hatta gemide verilen yolculuk hizmetlerini hiç beğenmeyenler için bile sağ salim menzile varan bir geminin, seyir halindeyken batan bir gemiye tercih edileceği gayet açıktır. Rotayı uygun bulmayan, kaptan ve gemiye vaziyet eden tayfasından hiç hoşlanmayanlar için de geminin batmasına yol açabilecek girişimlerden uzak durma çağrısı olarak görülür bu yerlilik vurgusu. Yerlilik vurgusunun asıl amacı, birileri elinde kristalize olan ulusal ideallerin yeterince ikna edemediği kesimleri de büyük gruba dâhil etmektir. Zaman zaman yerli olmak milli olmakla çelişse de, büyük birlikten ayrılmamayı temin etmek için yerli olmaya yapılan atıf farklı kimliklere de soluklanma imkanı sunar. Milli olmayan yerlileri de şemsiyenin altına alır bu.

Millilik ve yerliliği birlikte vurgulayan söylem, ulus devletin içinde sonuçları geniş kitleleri etkileme potansiyeli olan kararların meşruiyetini sağlamaya dönük geniş toplumsal tabana bir destek çağrısıdır.

Millilik söylemi uluslararası alanda işlevsel olmadığı gibi tersine ulus çıkarlarına hizmet etmeyebilir. Uluslararası alanda ulus üstü değerler ve karşılıklı bağımlılık söylemi daha çok işe yarar. Başka ülke yönetici ve insanlarına “biz sizden çok farklı ve üstün niteliklere sahibiz, siz bizim yanımızda ikinci hatta üçüncü sınıf insan topluluğu kalırsınız” iması taşıyan ulus merkezli söylemlerle işbirliği yolu aralamak mümkün değildir. Bu yüzden siyasetçiler milletler arası toplantılarda başka ülke halklarına veya liderlerine hitap ettiklerini düşündükleri ölçüde milli söylemlerini pek kullanmamayı tercih ederler. Ama bu toplantılardaki mesajların ulus ölçeğinde de izlendiği dikkate alındığında dengeli bir üslup tercih edilir. 

Bir de “Son Küreselleşme” Konusu Var!

Ayrıca öncekilerden bir çok noktada farklılık gösteren “son küreselleşme” nimet ve külfetleriyle tarihin diğer dönemleriyle kıyaslandığında her zamankinden daha etkili bir süreç. Küreselleşme her zaman vardı ama hızı, kapsamı ve etkileme süresi böyle değildi eskiden. Bir görüş veya buluşun dünyaya yayılması on yılları hatta yüzyılları alırdı, şimdi saatleri ve günleri. 

Son küreselleşme, küyerelleşme (glokalleşme) şeklinde yerel değerlerin yeniden keşfine ve değer kazanmasına katkı sağlasa da, daha çok milli ve yerli olanın aşındırılması, etkisinin azaltılması olarak işlev görüyor bugün. Ulus devlet zayıflarken, ülkeler arası coğrafi ve kültürel sınırlar da giderek azalıyor, etkisini kaybediyor. Bağımsızlık yerini karşılıklı bağımlılığa bırakıyor. Dolayısı ile yerli ve milli olana odaklanmak, öncelikleri tümüyle buna göre ayarlamak, büyük resimden büyük ölçüde ve uzun süreli kopmayı getirirse sonuç hiç beklenmedik bir şekilde yalnızlaşma, kayıp ve pişmanlık olabilir. Sadece kendi değerlerine ve imkanlarına odaklanmak, ufkunu onlarla sınırlamak değil, tüm dünya insanının değerlerini ve kaynaklarını onların da lehine olacak bir anlayışla birlikte değerlendirme evrensel bakışı merkeze oturtmayı gerekli kılar. Ayrıca bugün son küreselleşmenin daha da kristalize ettiği ve insanlığın ortak sorunlarına dönüşen nükleer savaş tehdidi, salgın hastalık, iklim değişikliği, çevre kirliliği, terör, her türlü illegal kaçakçılık, bölgesel savaşlar, mülteciler vb. sorunların üstesinden gelmek için diğer uluslarla daha çok ortak nokta oluşturacak ve onlara dayalı işbirlikleri geliştirecek zeminlere ihtiyaç var.

Başkalarına da Değer Vermek  

Yerli ve milli, yaşadığı coğrafya ile barışık olmayı, orada üretilenleri daha değerli görmeyi ifade edecek biçimde kullanılıyor çoğu kez. Bu kullanıma, ulusal ölçekte kendisine uygun görülen kimlikle barışık insanların pek itirazı olamaz. Ancak içeriğini netleştirmek istediğinizde ulus-devlet ölçeği ile sınırlı bir idealler dünyasının öne çıkarılmaması durumunda milli kavramının içinin boşalmaya başladığı görülür. Öte yandan yerlilik vurgusunun, belirli bir zaman diliminde bir vatan toprağı üzerinde var olma şansı bulan her şeye eşit statü tanıma ve onlara olduğu gibi sahip çıkma amacı taşıması, ulus-devlet idealleriyle açıkça çelişir.

Millilik vurgusu, ulusal dayanışmayı tahkim, yerlilik de bu bütünlüğe bir şekilde yeterince eklemlenemeyenleri kucaklama amacıyla ancak politik söylemde bir arada bulunabilir. Her bir taraf söylemin kendini ilgilendiren kısmına bakar, diğerini gözardı eder. Ama bu ikisinin uzun süreli beraberlikleri çok zordur. Bunu kriz dönemlerinde ihtiyaç duyulan birlik beraberlik ihtiyacına hizmet edecek bir geçici söylem olarak değil de evrensel çağrının aracı olarak görmek hiç de gerçekçi bir yaklaşım olamaz. Üstelik bu son küreselleşme evresinde pozitif değeri olan tüm “en” leri (iyi, çalışkan, güzel, faydalı, insancıl, doğru, dürüst vb.) sadece kendi ulusuna hasretmeyi ve başkalarının da benzer güzel şeyler yapabileceğini görmezden gelmeyi öngören kapalı bir ideolojiyi, kendi toplumuna bile uzun süre benimsetmek pek kolay değil. Milli sınırlarınız dışında başkalarının da yararlı ve iyi işler yapabileceğini varsaydığınızda, kendinize övgü yaparken kantarın topuzunu kaçırmamaya dikkat etmeniz gerekir. Aksi takdirde sonrası büyük hayal kırıklıkları ve mahcubiyetler getirebilir.

Öte yandan bütün dünya insanı aynı saiklerle yerli ve milli derse, dünya tümüyle içine kapanır ve küreselleşme tersine döner. Bu da herkes sadece kendini düşünsün, kendi başının çaresine baksın demek olur. Bu içine kapanma yaklaşımının zenginlik, refah ve huzur getirmediğine insanlığın ortak tecrübesi.

Sonuç olarak yerliye değer verip milli olana saygı duymayı abartılı bir hedefe dönüştürmenin, kendi yeteneklerine aşırı önem atfederken başkalarınınkileri değersiz görmenin geçici bir özgüven yaratabileceği, abartılı özgüvenin bireysel yıkıcı sonuçları gibi, abartılı yerli ve milli vurgusunun da kontrol dışı sonuçlarının olabileceğine dikkat çekmek gerekir. İşin sonunda Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olunabilir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  Yazılar

1 2 3 6
Kasım 28th, 2023

ESKİDEN İNSANLAR DAHA ÇOK İYİLİKSEVER MİYDİ? (4/4)

ÖMER DEMİR Yardımsız Topluluk Oluşmaz Karşılıksız Yardım ile Kalıcı Çare Oluşturulamaz Bireyler arasındaki ilişkilerde farklı ihtiyaçları daha düşük maliyetle çözme, kurumların gelişiminde […]

Kasım 28th, 2023

ESKİDEN İNSANLAR DAHA ÇOK İYİLİKSEVER MİYDİ? (3/4)

ÖMER DEMİR İş ve İmkânları Dengeli Dağıtmada Yardımın Rolü Başka birilerine güvenerek bir işe koyulmadan sadece tek başına tüm ihtiyaçlarını […]

Kasım 28th, 2023

ESKİDEN İNSANLAR DAHA ÇOK İYİLİKSEVER MİYDİ? (2/4)

ÖMER DEMİR Elde Olanı Sonraya Aktarmada Yardımın İşlevi İnsanoğlu bugüne kadar elindeki kullanım fazlası olan şeyleri başka zaman veya mekânlarda kullanabilmek için […]

Kasım 28th, 2023

ESKİDEN İNSANLAR DAHA ÇOK İYİLİKSEVER MİYDİ? (1/4)

ÖMER DEMİR Değer yargıları içinde yardımseverlik en önemli sırayı alır. Dört yazıdan oluşan bu yazı dizisi, geçmişe göre yardımseverliğin azaldığı gözlemine […]

Kasım 28th, 2023

“EY OĞUL…” DEVRİ GEÇTİ EY OĞUL! (2/2)

ÖMER DEMİR Her Şeyi Bilen Akil Adam Yanılgısı Önceki yazıda takdir yetkisi konusuna fazla ağırlık vermemizin sebebi, “akil adam”ların üst yöneticilerin takdir […]

Kasım 28th, 2023

“EY OĞUL…” DEVRİ GEÇTİ EY OĞUL! (1/2)

ÖMER DEMİR Yöneticilerimize yakın çevresindekiler tarafından her zaman doğruların tam olarak söylenmediği, yaptıkları yanlışları düzeltmeleri için yerinde ve zamanında gerekli ‘dostça’ (dost acı söyler […]

Eylül 4th, 2023

ÇEVRİMİÇİ DÜĞÜN DAVETİYELERİ NELERİ AKLA GETİRİYOR? MAHREMİYET VE BÜYÜK VERİ *

Yaz mevsimindeyiz ve neredeyse hepimiz her hafta bir tanıdıktan düğün davetiyesi alıyoruz. Ne kadar çok davet alırsak o kadar geniş […]

Eylül 4th, 2023

EYT’NİN TÜRKÇESİ: YASAYLA “HERKESE” VERİLEN, HERKESE VERİLECEK ÜRETİM VARSA HERKESE GİDER *

“Bir şeyin Türkçesi” deyimi, asıl anlamın saklı olduğu durumlarda onu doğrudan söylemek için kullanılır. EYT hayata geçti, yani Emeklilikte Yaşa […]

Eylül 4th, 2023

MAHREMİYET VE ÖZEL ALAN GEREKLİ Mİ? *

İnsan, birçok değişik ayrıştırıcı özelliği ile (konuşan, düşünen, yazan, resim çizen, hayal kuran, oyun oynayan, alet yapabilen vb.) tanımlanır. Bu […]

Eylül 4th, 2023

GERİ KALMIŞLIK ÜZERİNE 5/5: MÜSLÜMANLAR’IN “İLERİ GİTME” İMKÂNI VAR MI? *

Müslüman olmanın gerekleri ve muhtemel sonuçları bakımından yapılacak mukayeseli bir değerlendirme, günümüz Müslüman topluluklarının mevcut hâllerinden yeterince memnun olmadıklarını söylememize […]