ÖMER DEMİR
Yardımsız Topluluk Oluşmaz Karşılıksız Yardım ile Kalıcı Çare Oluşturulamaz
Bireyler arasındaki ilişkilerde farklı ihtiyaçları daha düşük maliyetle çözme, kurumların gelişiminde çok önemli bir ayrıştırıcı unsurdur. Kural daha düşük maliyetli olan zamanla diğerinin yerini almasıdır. Kırsal hayatın yoğun olduğu yerlerde yatılı misafirlik, gece konaklama sorununu düşük maliyetle çözmek için geliştirilmiş iyi bir kurumdur. Bu bağlamda otellerin veya diğer konaklama imkânlarının çok az olduğu veya ailelerin bu dışarda barınma hizmetlerine yeterince bütçe ayrılamadığı dönemlerde insanların evlerinde geniş misafir odalarının olması çok anlaşılabilir bir durumdur. Buna karşılık ulaşımın kolaylaştığı ve erişilebilirliğinin arttığı bir toplumda misafir odalarının işlevsizleşmesi, toplum refahında bir geri gidiş anlamına gelmediği gibi insanlar arası ilişkilerin olumsuz yönde etkilendiği anlamına da gelmez. Halen kırsal bölgelerde evde yatılı misafir ağırlamanın yaygınlığı, birilerinin evinde gecelemenin oralarda şimdide açık bir ihtiyaç olmasındandır. Bu bağlamda büyük şehirlerde, sınırlı zamanlarda ortaya çıkan yatılı misafir ağırlama ihtiyacı için, evin bir köşesine uzun dönem atıl kalacak ve bu nedenle de yüksek maliyetli büyük odalar tahsis etmek yerine otel veya misafirhaneleri kullanma daha rasyonel bir sorun çözme yöntemi gibi durmaktadır. Açıktır ki, ihtiyacı karşılama yönteminin değişmiş olması, insanların o ihtiyaçları gidermede rehberlik edecek değer yargılarında da değişime yol açmaktadır. Ama unutmamak gerekir ki değer yargılarının da nihai amacı, bireylerin topluluk halinde daha az ihtilaflı, daha az acı ve üzüntü veren ve mümkün olduğunca daha çok kişinin daha fazla uyumlu ve mutlu yaşamasını sağlamaktır. Kurumsal yapılarda değişim, onları işler kılan değer yargılarında da değişikliğe yol açabilir. Bu sebeple evinde yatılı misafir ağırlamanın yüksek bir değer yargısı olması, gördüğü işlevden ayrı düşünülemez. Evinde yatılı misafir ağırlama ihtiyacının azalması, ona dönük değer yargılarını da doğal olarak etkileyecektir.
Şimdi yardım eksenli bir bakış açısını kristalize edebilmek için iki ideal model tasarlayalım. Bir yanda her bireye çalışma imkânı vererek, geçmiş, şimdi veya gelecekte yaptığı veya yapacağı çalışmalar karşılığında ömrü süresince tüm ihtiyaçlarını karşılıklılık kuralı çerçevesinde kendisi karşılar hâle gelmesi ve hayatının devamında birilerinden doğrudan yardım istemek durumunda kalmaması durumunu düşünelim. Diğer yanda da bazı insanların her yönüyle diğerlerinden daha yetenekli ve daha iş görür halde olmaları nedeniyle olmayanlara, herhangi bir karşılık beklemeden doğrudan yardımda bulunmaları söz konusu oluyor olsun. Bu iki seçenek için ideal model dememizin sebebi, gerçek hayatta hiç kimsenin bu iki kutuptan birinde ömrünü geçirmediği, herkesin hayatının farklı dönemlerinde bu iki uç arasında bir yerlerde bulunmaları nedeniyle somut durumları değil soyut birer pozisyonu ifade etmeleridir.
İnsanlar gen yapılarından getirdikleri ile sosyal miras yoluyla kazandıkları ve üzerinde dünyaya geldikleri coğrafyanın sunduklarının farklılığı nedeniyle hayat becerilerinde büyük ölçüde farklılaşırlar. Bu farklılaşma birileri lehine yarattığı fırsatlar nedeniyle çatışmalara da zemin hazırlar. Zira imkân ve yaşam kalitelerini farklılaştırdığı ölçüde değerli olana sahip olanlar ile olmayanlar birbirine aynı gözle bakmazlar.
Öte yandan bu farklılık sadece çatışma getirmez, farklılaşma bireyler arasındaki iş birliğinin de ana sebebidir. Toplumsal kurumların en büyük işlevi, bireyler arasındaki iş birliğini artırmak ve çatışmaları azaltmaktır. İnsanlık tecrübesi, kısa vadeli farklılıkları çatışma yaratmadan iş bölümü ve uzmanlaşma yoluyla, herkesin birbiri için fayda yarattığı ve bunları değiş tokuş ettiği bir üretken ortam oluşturmanın mümkün olduğunu göstermiştir. Bu ortam çoğunlukla kendiliğinden oluşmaz. Onu mümkün kılacak kurumsal yapılar gerekir. Eşitsizliğin keskin ve büyük olduğu durumlarda gerilimi azaltacak ve birlikte yaşamı mümkün kılacak uzlaştırıcı kurum, olanın olmayana doğrudan kaynak aktardığı doğrudan yardımdır. Faydanın şimdi veya gelecekte nasıl oluşacağı konusunda tecrübe ve bu tecrübeyi kalıcı kılan kurumsal yapılar olmazsa, bireyler arasındaki fayda mübadelesi sadece kısa vadeli hale gelir.
Bu iki ideal modeli biraz daha somutlaştıralım. Birinde tüm fertler yeteneklerini en etkili biçimde kullanarak şimdi ve gelecekteki ihtiyaçlarını karşılayacak kadar üretebiliyor, kimseden karşılıksız doğrudan yardım alma beklentisi olmuyor olsun. Diğerinde toplumun dörtte üçü kendi başının çaresine bakabilecek düzeyde üretme ve kazanç elde edebilme durumundayken dörtte biri ancak başkalarının yardımı sayesinde hayatlarını devam edebilecek durumda olsun. Bu ikisinden hangisi tercihe daha fazla mazhar olur? Birinde doğrudan yardım var diğerinde ise yok. Herkesin ilk modeli isteyeceği gayet açıktır. Çünkü yardım insan ilişkilerinin temelinde yer alır ve asıl olan, bu yardımın karşılıklılık niteliği korunarak dolaylı süreçlere yayılmasıdır. Yani bugün alanın karşılığında ya bugün, olmadı yarın, o da olmazsa ertesi gün karşılığını oluşturabileceği bir beklenti olmadan istikrarlı bir ilişki oluşturmak mümkün değildir.
“Veren el alan elden üstündür” sözü üretip başkalarına muhtaç olmamayı, mümkünse şu veya bu nedenle üretemeyenlere destek olmayı öğütler. Doğrudan yardımı mutlak iyilik olarak görecek olursak tersinden “alan el, en az veren el kadar üstündür” benzeri bir tavsiyeye sahip olmamız gerekirdi.
Vardığımız sonuçları özetleyelim. Birincisi, yardımlaşma toplumsallaşmanın ilk adımıdır. Birbirine yardım etmeyenler iş birliği ve iş bölümü yapamaz, paralı ekonomi kuramaz, vadeli ödeme sitemleri, emeklilik sistemleri oluşturamazlar. Çünkü tüm bu sistemler birbirine zaman farkı ile geri almak üzere birbirinin işini görme temel mantığı üzerine kurulmuştur. İlişkilerdeki bu karşılıklılık o kadar yaygındır ki, çocuğuna iyi bakmayan bir ebeveynin çocuklarının kendisine bakmalarını bekleyecek yüzü bile olmaz. İlişkilerin özündeki bu yardımlaşmanın doğrudan ve dolaylı şekillere bürünmesi onun yardımlaşma niteliğini ortadan kaldırmaz.
İkincisi, yardım ancak varlıkla mümkündür. Varlık az kişi elinde birikirse bunun yaratacağı gerilimi azaltmak için olanın olmayana düzenli bir kurala bağlı olmaksızın elindekinden vermesi anlamında doğrudan yardım iyi bir seçenektir. Bu, veren için koruma maliyetlerini azaltırken alanı olandan çatışma yoluyla pay elde etmenin risklerinden korumuş olur. Her iki taraf için de yararlıdır. Bu yolla paylaşım odaklı gerilim düşer, varlığın korunması ve devamlılığı kolaylaşır.
Üçüncüsü, varlığı geleceğe aktarmada bunu ihtiyaç fazlasını stoklamak yerine gelecekte üretim yapma kabiliyeti olan birileri üzerinden yapmak (şimdi onlara verip ileride onlardan geri almak) daha güvenli ve düşük maliyetli bir yöntemdir. Bu sebeple bugün birilerinin ihtiyacı olanı onlara verip gelecekte oluşacak ihtiyacı da onların üretiminden karşılamak dolaylı ama çok etkili bir yardımlaşma yöntemidir.
Dördüncüsü, bireyler arasındaki gerilimi azaltıcı bütün sosyal sistemlerde temel beklenti, bireylerin kendi işlerini karşılıklılık çerçevesinde kendilerinin görmesidir. Karşılığın beklendiği zamanın farklı olması (bugün, yarın veya ahirette) eylemin karşılıklılık niteliğini ortadan kaldırmaz. Nitekim dinî tavsiyelerde sık sık ve yoğun biçimde yapılan yardım çağrıları, birer karşılıksız yardım şeklinde değildir. İyi bir insan olarak kabul görmek için yapılan yardımların da karşılığı vardır, karşılığı yardım yapılandan değil en halis şekliyle Allah’tan beklemenin kendisi de açık bir “karşılık” beklentisi içerir. Allah rızası için adını kimsenin bilmemesi şartıyla yapılan yardımları, “karşılığı” olmayan faaliyetler grubuna katmak, onlara hak ettikleri değeri vermemek olur.
İnsan toplumları, yardımlaşmayı dolaylı hâle getiren ama özünde bireylerin birbirlerinin ihtiyaçlarını görecek etkili kurumsal yapılar oluşturuldukça (yetenek kazandıracak veya geliştirecek eğitim, uygun şartlarda kredi kullanma imkânı, yeterli imkânlar sunan emeklilik sistemleri, geçici iş kayıplarında destek olan işsizlik fonu, beklenmedik hastalıklarda tedavi imkânı sunan temel sağlık kurumları, süreğen engeller nedeniyle çalışamayanlara destek olan anonim yardım fonları vb.) insanlar arasında doğrudan yardım ilişkilerinin azaldığı görülmektedir. Bu, aynı insan topluluklarının geçmiştekilere göre birbirinin sorunlarını çözmede, birbirlerinin ihtiyaçlarını gidermede, kısaca birbirlerine yardımcı olma bağlamında daha kötü durumda oldukları anlamına gelmez. Tersine her bireyin karşılıklılık çerçevesinde ihtiyaçlarını karşılama imkânı olduğunu gösterir.
Sonuç olarak, eskiden insanların doğrudan yardımı daha çok yapıyor olmaları, içinde yaşadıkları toplumsal sistemlerin bugünkülere göre gelişmişlik durumuyla alakalıdır. Bireylerin ihtiyaçlarını karşılıklılık çerçevesinde giderecek kurumsal yapılar geliştikçe, bireyden bireye doğrudan yardım ihtiyacının azaldığı doğru olmakla birlikte bu, o toplumun bireylerinin birbirleri için fayda oluşturma amaçlı gayret sarf etmesi anlamında yardımın azaldığı değil, dolaylı hâle geldiği ve daha görünmez olduğu anlamına gelmektedir.
Bir yanıt yazın