Ömer Demir
Son zamanlarda “sadakat, ehliyet ve liyakatin önüne geçti” gerekçesiyle kamuda üst düzey atamaların şikâyet konusu edildiğini duyuyoruz. Bu şikayeti yersiz bulanlar “sadakatsiz adama makam mı teslim edilir?” diye tepki veriyorlar. Buradaki örtük varsayım, sadakat sahibi olanın ehliyetsiz, ehliyet sahibi olanın da sadakatsiz olma ihtimali ise bu öyle bir çırpıda geçilebilecek bir konu değil. Tersine bu durum, çok önemli ve sahih bir toplumsal soruna işaret eder. Bu konuda cevaplanması gereken bazı sorular vardır: Ehliyet ve liyakat çok sık olarak birlikte söyleniyor diye aynı şeyi mi ifade eder? Ehliyetsizliğin ve/veya liyakatsizliğin telafisi için sadakat mi gerekir? Sadakat olunca ehliyete, liyakate gerek kalmaz mı? Yoksa sadakat, ehliyet ve liyakati daha etkin hale mi getirir? Bakalım.
Ehliyet Ne Zaman İşe Yarar?
Kavramlar, düşüncelerimizi taşıyan (hatta oluşturan) temel araçlardır (her ne kadar Saussure tersini söylese de). Hem meramımızı iyi anlatmak, hem de doğru anlaşıldığımızdan emin olmak için önce bu yazıda kullanacağımız temel kavramlarımızı biraz netleştirelim. Yazı ehliyet, liyakat, sadakat, takdir yetkisi, beşeri ve sosyal sermaye kavramları etrafında dönecek. Onları netleştirebilirsek işimiz daha kolay olur (umarım).
Beşeri sermaye, bir bireyin sahip olduğu, doğuştan gelen veya sonradan geliştirdiği, yetenek, bilgi ve bu ikisinin uygun biçimde harmanlanması sonucu oluşan deneyim birikimini ifade eder. Bu üçünün bir araya gelmesi beşeri sermaye birikimini değerli kılar. İlkokul mezunu ile üniversite mezununun beşeri sermaye stoku aynı değildir. Keza bir yıllık profesör ile dört yıllık profesörün de aynı değildir (öyle olmasaydı dört yıllık profesörün ek göstergesi artar mıydı!). Beşeri sermayeyi oluşturan bu üç unsura fizyolojik ve ruhsal sağlık da eklenebilir. Çünkü bu unsurlar ancak sağlıklı bireylerde etkili birer beşeri sermaye unsuru olabilirler. Hasta olan kişinin beşeri sermayesi düşer ve bu yüzden iyileşmesi için hemen evine istirahate gönderilir. “Çürük” raporu olanın beşeri sermayesi kaybedilmiş veya kullanmaya müsait değil demektir. Buradan anlıyoruz ki sağlıklı beşeri sermaye üretim kabiliyeti ile çok yakından ilgilidir. Düşük beşeri sermaye, düşük üretim seviyesi, bunun doğal sonucu olarak da düşük beşeri sermaye düşük kazanç demektir. Bu nedenle, istisnaları olsa da, dünyanın her yerinde lise mezunu üniversite mezunundan daha az kazanır.
Sosyal sermaye ise diğer bireylerle uyum içinde davranabilme, güvenilir olma, ortak işlerde diğerleriyle birlikte çalışmaya istekli olma ve böyle olduğunun bilinmesine imkân sağlayacak ilişki ağlarına sahip olmayı ifade eder. Beşeri sermaye bireyin sahip olduğu bir bütün olarak yetenekleriyle iş görme seviyesini; sosyal sermaye ise kendi dışındakileri de hesaba katarak, onların da yararına olacak biçimde birlikte hareket etmesini sağlayacak değer ve kurallara uygun tutum ve davranış gösterebilme durumunu ifade eder. Yüksek beşeri sermaye, tek başına hayatla baş etme konusunda daha etkili iken yüksek sosyal sermaye birlikte iş görmek gerektiğinde öne çıkar. Tek başına ormanda kaldığında nelerin zehirli, nelerin besleyici, nerelerin tehlikeli olduğuna dair bilgi (beşeri sermaye) hayat kurtarır. Ama şef-lider olmak için buna ilave olarak herkesin (yeterli sayıda kişinin de olur) güvenini kazanmak, yani belirli düzeyde sosyal sermayeye sahip olmak gerekir. Bu yüzden grubun hayatta kalması için gerekli bilgilere en çok sahip olan şifacı çoğu zaman şef değildir. (Şefin soydan geçtiği tartışmaları bizi bir yere götürmez, o yüzden oraya hiç girmeyelim!).
Toplumsal yaşamda hem beşeri hem de sosyal sermaye önemlidir. Bu yüzden her toplum şimdi ve gelecek kuşakların sadece beşeri sermayesini değil, sosyal sermayesini de artırmak ister. Sayısal ve sözel okuryazarlık yanında değerler eğitimi, manevi eğitim, bazılarının gözünde bu ikisini birlikte kapsayan dini eğitim, bireylerin bu sosyal sermayesini artırmayı amaçlar. Sosyal sermaye, beşeri sermayeyi daha etkili hale getirir. Tek tek başarılı olan insanların birlikte başarılı işler yapamaması işte bu sosyal sermaye eksikliğinin bir sonucudur. Bu yüzden yüksek sosyal sermayesi olan toplulukların, kendilerinden daha yüksek seviyede beşeri sermayesi olanların önüne geçmeleri her zaman mümkündür. Milli birlik ve beraberlik vurgusu bu sosyal sermayenin önemine işarettir. Birey yetkinliğinin grup başarısına dönüşmesi bu sosyal sermaye sayesinde olur.
Anadolu İrfanı: Okumadan Adam olan veya Okuduğu Halde Adam Olamayanlar
Sosyal sermayesi yüksek olan kişilerin uyumluluk, güvenilirlik, fedakârlık ve dürüstlük yönünden daha donanımlı olduklarını söyleyebiliriz. Ortak işlere koşturur, sorumluluktan kaçmaz, işten kaytarmaz; kaygısız ve sorumsuzca ortak kaynakları tüketme veya kullanma eğiliminde olmazlar. Hadi biraz iktisatçıların kavramlarını kullanalım: Yüksek sosyal sermaye, toplumsal denetim ve gözetime daha az kaynak gitmesi yoluyla birlikte yaşamın işlem maliyetlerini düşürür.
Beşeri sermaye ile sosyal sermayenin birbirini olumlu yönde destekler nitelikte olması son derece önemlidir. Tersinden bu ikisinin dengesiz mevcudiyeti, (yani yüksek beşeri sermaye, düşük sosyal sermaye) istenmeyen durumların artmasına yol açabilir. İyi eğitimli, yetenekli ve deneyimli (yüksek beşeri sermaye) bir hırsız; eğitimsiz ve yeteneksiz (düşük beşeri ve sosyal sermaye) bir hırsıza göre toplum için çok daha tehlikelidir. O nedenle beyaz yakalı suçların maliyeti mavi yakalılarınkiyle karşılaştırılamaz. Yani düşük sosyal sermaye yüzünden yüksek beşeri sermaye toplumsal soruna dönüşebilir. “Okudu okumasına ama adam olamadı” tam da bunu halk diliyle ifade eder.
“Okudu ama adam olamadı” metaforunun, sosyal sermaye eksikliğinin beşeri sermaye ile telafi edilmeyeceğini vurgularken olumlu; tersinde beşeri sermayenin gelişmesini değersizleştiren imasıyla da olumsuz olarak yorumlanabilecek bir ifade olduğunun farkında olduğumuzu belirtelim. Bir toplumda sosyal sermayeyi biçimlendiren tutum ve davranışları yönlendiren değer yargıları üzerinde tam mutabakat olmadığı durumlarda, formel eğitim-öğretim süreçlerinde değer yargılarının devlet eliyle dayatılmasına karşı kuşkucu yaklaşımlar ortaya çıkar. Bu da, doğal olarak, sosyal sermaye oluşumunu devlet dışı unsurların inisiyatifine bırakılmasını daha sempatik hale getirir. Bu alanı düzenleyecek şeffaf, etkili, sistematik ve güçlü bir sivil toplum örgütlenmesi olmadığında sosyal sermaye oluşumunda, düşük beşeri sermayesi olanların daha hızlı inisiyatif aldıkları görülmektedir.
“Anadolu irfanı” olarak, ayrıntılandırılmadan idealleştirilen ülkemize özgü bir soyut sosyal sermaye bütünü, beşeri sermayesi düşük kişilerin elinde kaldığında da, adeta bilgisizliği kutsayan, eğitim almayı, toplumsal dayanışma ve ortak idealler etrafında toplanmayı sağlayan olumlu insani değerlerden uzaklaşmanın bir sebebi olarak gören bir yaklaşımın yeşermesine zemin oluşturmaktadır. Sonuçta güçlü sosyal sermaye, düşük beşeri sermayeli kişilerden oluşan gruplarda arzulanmayan olumsuz sonuçlar doğmaya başlamaktadır. Okumuşlara hep üst perdeden laf atanların, okumamışlıklarının onları irfan sahibi yapacağının da bir garantisi yok. İnsanların; düşük sosyal, yüksek beşeri sermayeli bireylerin tehdidi ile yüksek sosyal, düşük beşeri sermayeli bireylerin tehdidi arasında bir tercih yapmaya zorlanmaları halinde her iki tercihin de yanlış olacağı kanaatindeyiz. Yani zor bir konu, öyle bir yazı içinde netleştirilmesi pek kolay değil. Bu noktaya dikkatimi çeken Ünal Gündoğan’a teşekkür ederim.
Liyakatli Olmayanın Ehliyeti Ne Kadar Önemli?
Diğer kavramlarımız ehliyet, liyakat, sadakat ve takdir yetkisi. Aslında ilk iki kavram bilim camiasının yaygın kullandığı, yukarıda tanımladığımız sırasıyla beşeri ve sosyal sermaye kavramlarının içeriğine sahiptir. Ehliyet ustalık, bir alanda sahip olunan yetenek, bilgi ve tecrübe, yani beşeri sermaye demek. Ehliyet aynı zamanda Türkçe’de yaygın olarak bilinen ve yeterli araba kullanma bilgi ve becerisine sahip olana verilen bir belgenin de adıdır. Kırmızı ışıkta durmak gerekir bilgisine sahip olana ehliyet verilir ama bu bilgiye sahip olmanın kırmızı ışıkta durmayı garantilemediğini de biliriz. Demek ki “iyi” bir sürücü olmak için sadece ehliyet sahibi olmak yeterli değil. Onun içindir ki hatalı araç kullanana “ehliyeti kasaptan mı aldın” diye kızılır. Başka türlü de kızılır da biz kasapla yetinelim. Kısaca yetenek ve bilgiyi diğer insanları ve ortak normları dikkate alarak kullanmak gerekli. Buna da liyakat diyoruz. Liyakat sahibi olmak, o alanda yeterli bilgi, beceri ve deneyime sahip olma yanında o işi yapmak için uygun olmayı da gerektirir. İşinin ehli olan gönül rahatlığı ile kendisine iş emanet edilendir. Tartı aleti ile oynayan kurnazdır ama işinin ehli olarak nitelenmez. Bu uygunluğu, (ehil olmayı) toplumsal amaçlar ile bireysel amaçların optimal bileşimi temsil eder. Ölçmesi zor tabii.
Beşeri sermaye ile donanmış bir kişinin diğer insanların gözündeki konum, itibar ve uygunluk durumu, onun sahip olduğu sosyal sermayesinin bir sonucudur. Ne kadar çok kişi sizin niteliklerinizin uygunluğu hakkında “olumlu” kanaat sahibi olursa, sosyal sermayeniz de o kadar yüksek demektir. Çok iyi araba kullanmayı bilen birisi, belirli bir tolerans düzeyinin üzerinde kuralları ihlal ederse sürücü belgesi (yani araba kullanmaya ehliyetli olduğunu gösteren belge) geri alınır. İyi araba kullanmayı bilmek ve bu konuda deneyimli olmak tek başına araba kullanmaya liyakatli olmayı sağlamaz. Liyakatliliğe karar verebilmek için kişinin bu bildiklerinin gereğini, yeri ve zamanı geldiğinde en uygun biçimde yapabilecek tutum ve davranışlarla donanıp donanmadığına dair de bir intibaının olması gerekir. Zira bir alandaki bilgi, beceri ve deneyim, amaca uygun kullanılmayınca üretken olmak bir yana tahrip edici hale bile gelebilir.
Ehliyet (beşeri sermaye) ile liyakat (sosyal sermaye) arasında içsel bir ilişki söz konusudur. Aslında sosyal sermaye, beşeri sermayeyi daha etkin kılar ve olası karanlık yüzünü aydınlatıcı bir özellik gösterir. Daire başkanlığında adı yolsuzluklara karışan çok yetenekli birisi, genel müdürlüğe terfi ettirilmek bir yana o görevde tutulma konusunda liyakati kaybetmiş görülür. Tıpkı alkollü araç kullanan 20 yıllık deneyimli bir şoförün ehliyetinin alınması gibi.
Sonuç olarak, bir toplumda kişinin değer görmesinde yetenek, bilgi ve deneyim önemlidir. Bunlar kişinin iş görme kapasitesini artırır. Ancak bir arada huzur, güven ve mutluluk içinde yaşamak için iş görme kabiliyetinin (beşeri sermaye/ehliyet) bu üç unsuru yeterli olmaz. İnsanların sadece kendilerini ilgilendiren konularda değil toplumun ortak menfaatleri için de bir araya gelmeleri, bilgi, beceri ve yetkinliklerini bu yönde de kullanmaları gereklidir. Çok iyi eğitimli ama yalancı bir meslek sahibinin, yalancılığı terk etmediği sürece saygın bir birey muamelesi görmesi, kendisine ehliyetiyle mütenasip sorumluluk verilmesi beklenemez. İyi bir FETÖcü mühendise kim kamu kurumunu veya özel şirketini emanet etmek, onu güven gerektiren bir üst göreve getirmek ister? Ancak bir başka FETÖcü ya da onun FETÖcü olduğunu bilmeyen birisi.
Bu nedenle sosyal sermaye unsurlarını ne kadar taşıdığı bilinmeyen birisinin sadece beşeri sermayesine bakılarak (ALES, DİL, KPSS, Diploma notu, sertifika vb.) ağırlıklı toplumsal sonuçları olan işlerde yeterli ehliyet ve liyakat unsurlarını taşıdığı sonucuna varılamaz. Bir şube müdürü, sadece işleri daha iyi bildiği için daire başkanı yapılmaz, çalıştıracağı ekibin niteliklerini daha iyi bildiği ve bu yüzden daha iyi işbölümleri ve görevlendirmeler yapabileceği, ilişkilerini çatışmadan ziyade anlayış ve uyum içinde yürüteceğine dair bir intiba bırakmışsa (iyi bir sosyal sermayesi varsa) atanma şansı daha yüksektir. Zira bilgi ve yetenek yanında birlikte çalışmaya yatkınlık da önemlidir toplu davranışlar için. İşbirliği ve birlikte çalışma gerektiren konularda sosyal sermaye daha fazla önem kazanır.
Sadakat, Takdir Yetkisini Yeterince Kullanmamayı Çağrıştırır
Yazı başlığındaki soruya dönecek olursak, eğer bir kişide hem ehliyet hem de liyakat varsa sadakat adı altında üçüncü bir özelliğe ihtiyaç var mı acaba? Bu soruya cevap verebilmek için sadakat ve takdir yetkisi kavramlarını da açıklığa kavuşturmamız gerekiyor.
Sadakat, içten bağlılık demek. Görünürde bağlı olduğunu beyan ettiğine, esasta bağlı olmamak da sadakatsizlik. Bağlı olduğunu söylediği şeye gerçekte bağlı olmalarını temin için sık sık en sevdiği, en kutsal gördüğü şey üzerine yemin ettirilir kişiler. Bağlı olduğu şey ilkeler ve değerler de olabilir kişiler de. Sadakatsizlik sosyal sermaye bakımından kötü mal statüsünde. Para verip satın almayacağın gibi herkesin de uzak durmasını tavsiye edeceğin bir durum yani.
Bir müşterinin alternatiflere fazla zaman ayırmadan bir markayı tercih etmesi müşteri sadakati olarak nitelenir. Bu müşteri sadakatini artırmak için de firmalar sadık müşterilerine özel ayrıcalıklar sunarlar. Mesela kitap satışı yapan bir internet sitesi her ay düzenli kitap siparişi veren müşterilerine ilave yüzde 5 fazla indirim yapınca, bu indirimden yararlanmak isteyen kişi sadık müşteri oluyor, benim gibi. Sadakatin hem maliyeti hem de getirisi var taraflar için. Sürekli maliyet getiren bir sadakat uzun soluklu olamaz, yolda bırakır. Neyin karşılığında sadık olduğunu açıklayabilmek önemlidir.
Sadakatin, bu şekilde beyan edilene uygun davranma eğilimi olarak sosyal sermayenin çok önemli bir unsuru olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin kişi hukuka, ahlaka, adalete uyacağını beyan ettiği halde uymazsa sadakatsizdir.
Google’a sadakat kelimesini girdiğinizde bugünlerde popüler bir dizi ilk olarak karşınıza çıkıyor: Sadakatsiz. Sadakat sahibi olmak ya da sadakatsiz olmak sadece evli çiftler için değil, birden çok kişinin taraf olduğu tüm işlerde çok önemli bir sosyal sermaye unsuru. Bağlı olduğunu beyan ettiği şeye aslında bağlı değilse kişi sadakatsizdir, sadakatsiz olana da güvenilmez. İşin sonu nereye varacak diye merak ettiğinizi hisseder gibiyim. Takdir yetkisini de açıklığa kavuşturduktan sonra ehliyet ve liyakat varsa sadakate gerek var mı sorusuna cevabımı vereceğim.
Takdir yetkisi, belirli bir konuda genel ilkeler çerçevesinde kişilere tanınan karar verme özgürlüğüdür. En bilineni hâkimlerin takdir yetkisidir. Duruma ayrıntılı olarak bakar, kanunlara aykırı olmayacak şekilde karar verirler. Takdir yetkisi, insanın yeteneklerini iyi ve doğru yönde kullanma iradesi göstereceğine güvenin bir sonucudur. Toplumsal yaşamda kurallara olan ihtiyaç, takdir yetkisini ortadan kaldırmaz. Aslında ne kadar kural olursa olsun her insan bir ölçüde takdir yetkisi kullanır. Takdir yetkisi iradenin meyve vermesini sağlar. O yüzden sadece iradesi olan varlıkların takdir yetkisi kullanması beklenir. Yapacağı işin her adımı sıkıca tanımlanmış birisinin işini yaparken birine asık yüzlü diğerine güler yüzlü davranması bile takdir yetkisi kullanmaya girer.
Hem özel hem de kamu sektörü çalışanları, sadece tanımlanan işleri yerine getiren birer basit icracı değil aynı zamanda yöneticilik ve uzmanlık düzeylerine göre farklılaşan takdir yetkileri kullanan birer karar verici konumundadırlar. Bu yüzden takdir yetkisi, etki seviyesi ve sonuçlarının yaygınlığı bakımından geniş bir alana yayılır.
Kamu sektöründe takdir yetkisi kullanımı, siyasetin etkili olduğu Cumhurbaşkanı ve bakanlardan başlayıp aşağıya doğru alt kademedeki memurlara kadar iner. Ülke veya kurum düzeyinde politika belirlemede daha çok üst yöneticiler, uygulamaları gerçekleştirirken önceliklendirme, konulan hedeflere ulaşmayı sağlayacak uygun araçları bulma ve işlerin zamanlamasını yapma gibi konularda da daha çok orta kademedeki yöneticiler takdir yetkisi kullanır. Alt kademelere inildikçe politika oluşturmaktan rutini yürütmeye doğru takdir yetkisinin alanı daralır.
Takdir yetkisinin burada bizim ilgi alanımıza girme nedeni, ehliyetli birinin takdir yetkisini en uygun şekilde kullanıp kullanmama durumunun onun liyakat düzeyini belirlemesidir. Çünkü liyakatli kişi dendiğinde akla, sadece tanımlanan bir işi gerektiği gibi yapmak için ihtiyaç duyulan bilgi, beceri ve deneyime sahip olan değil; buna ilave olarak neyi, ne zaman ve nasıl yapmanın en uygun ve doğru olduğunu takdir edecek vasıflara da sahip olan kişi gelir. Bu bağlamda liyakat sahibini takdir yetkisini en uygun biçimde kullanan kişi olarak da tanımlayabiliriz.
Hem beşeri hem de sosyal sermayenin varlığı ile kullanılabilirliği aynı şey değildir. Her ikisinin de potansiyelini fiiliyata dönüştürmek için uygun ortamın olması gerekir. Örneğin düşük ücret verilen beşeri sermayesi yüksek birisinden beklenen verim alınmaz. Benzer şekilde ideallerine inanmadığı bir ekipte yer alan, yüksek beşeri ve sosyal sermayesi olan birisi de başarı gösteremez. Ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarda ekipler oluşturmanın verimlilik yaratma potansiyeli tam da bu uygun ekipleri oluşturma ihtiyacından kaynaklanır.
Bu açıklamalardan sonra başlıktaki soruya dönecek olursak, üst görevlere atananlarda sadakat özelliğinin gerekli olduğunu düşünenler, belki de farkında olmadan liyakati de beşeri sermaye içine katıp sosyal sermaye karşılığı olarak sadakati öne çıkarıyor olabilirler. Anlamları oturmuş güzelim ehliyet ve liyakat kavramlarımız varken bu anlam ikamesi içeren değişikliğe hiç gerek olmadığı kanısındayım. Kamu görevine atanacak kişilerde kendisini o makama atayanların beklediği verimliliği sağlamaya dönük biçimde takdir yetkilerini kullanma amacını içeren bir sadakat beklentisinin ima ettiği olumlu sonuç, sosyal sermaye olarak liyakatin içinde zaten mündemiçtir. Yani ehliyet ve liyakat sadece yetenekli, bilgili ve deneyimli değil aynı zamanda öngörülen işi yaparken gerektiği yerde takdir yetkisini de en uygun biçimde kullanacak vasıflara haiz olmayı da kapsar.
Ehliyet ve liyakatli kişinin kamu görevlerine atanmak için ayrıca bir de sadakatli olması beklentisi, o görev tanımları içinde belirlenen amaç, kural ve değerlerden ayrı olarak kime veya neye hangi gerekçe ile sadık olacağı tartışmasını gündeme getirir ki, modern bürokraside buna hiç ihtiyaç olduğu kanısında değilim. Çünkü modern bürokrasi, bir yandan çalışanlara iş ve eylemlerinde kurallara uyma zorunluluğu getirirken takdir yetkisi sayesinde de yeteneklerini üretime dönüştürme imkânı tanır. Bu yüzden bürokrasinin her kademesinde bulunan kişinin konumuna göre kullanabileceği takdir yetkisi farklılaşır. Hem beşeri hem de sosyal sermayeleri daha çok olduğu varsayıldığı için görece üst pozisyonlarda bulunanların takdir yetkileri daha çok olur. Onları görevlerinde başarılı ya da başarısız kılacak olan da takdir yetkilerini kullanma biçimleridir.
Yoğun takdir yetkisi kullanmayı gerektiren pozisyonlara bu yetkiyi etkin biçimde kullanmayacak kişilerin atanması, üretimi optimalin altına çekeceği için bu atamayı yapanların kendilerinin atama yapma sürecinde takdir yetkilerini yerinde kullanıp kullanmadıklarını sorgulamaya açar. Takdir yetkisini etkin biçimde kullanmayı önleyen bir sadakat verimsizliğe yol açacaktır. Sadakat ve takdir yetkisinin birleşmesi de liyakati tanımlar. Zira hukuk devletinde sadakat, verilen yetkilerin en uygun biçimde kullanılması dışında bir amaç taşıyamaz. Bu durumda liyakatli kişinin bir de sadakatli olması beklentisi akıllara takdir yetkisini yerinde kullanmayacak kişilerin öne çıkması kuşkusunu getireceği için yerinde bir talep gibi görünmemektedir. Bürokraside sadakat, eğer takdir yetkisi kullanmadan sadece bağlı olduğunu söylediği kural ve kişilere açıktan ve içten bağlılığı ifade ediyorsa bunun yerinde bir kriter olmadığı gayet açıktır.
Liyakati Nasıl Ölçeceğiz?
Ehliyet ve liyakati belirlemede temel sorun, bilgi, beceri ve deneyimin (beşeri sermaye) ölçümünün görece kolay, uyumluluk, güvenilirlik, gayretlilik ve fedakârlık (sosyal sermaye) düzeyinin belirlenmesinin ise çok zor olmasıdır. Bilgi, kısmen de beceriyi diploma ve sertifikalarla ölçebiliriz. Deneyimi de yaş, yapılan görevler ve de sürelerle. Peki ya güvenilir, gayretli ve uyumlu olmayı? Bunun ölçümü için nesnel kriterlerimiz henüz yok. Bu yüzden kamuda üst makama gelenler “kendi ekibimle çalışmak isterim” derken bu sosyal sermayeye işaret ettikleri ölçüde meşruiyet bulurlar. Üst makamlardakilerin kendilerine inanan, güvenen, başarı ve başarısızlıkta kader birliği hissedenlerin, kullanılabilir sosyal sermayelerinin daha yüksek olduğunu varsayabiliriz. Çünkü farklı nedenlerle (gerçekleşmeyen terfi beklentisi, siyasal ve ideolojik görüş farklılığı, üst makamların yeteneklerine güvensizlik, vb.) yönetimin hedeflerine ulaşması için yeterli çalışma motivasyonu olmayan kişiler, destek olmak bir yana ayak bağı bile olmaya başlayabilirler. Bu yüzden geniş takdir yetkisi kullanma durumuna göre üst yöneticilerin gözünde sosyal sermaye, beşeri sermayeden daha önemli görülmeye başlar. “Bizim ekip” denebilecek, aralarında bir dayanışma ve hedef birliği olanların başarılı olma şansının daha yüksek olduğu açık. Çünkü grup dayanışması sosyal sermayenin önemli bir unsuru.
Her oluşturulan ekibin dışarda kalanlara göre daha iyi olunduğuna dair bir yanlılık oluşur. Bu yüzden her oyun kurucu, daha liyakatli bir ekip seçtiğini düşünür. Bazen maçın kaybedilmesi de bu kanaati pek değiştirmez. Zira grup yanlılığı, aşinalık yanlılığına dönüşür zamanla.
Her değerli şeyin bir imitasyon veya sahtesinin de olması gibi, çok özellikli amaçları ve onlara ulaşmak için geniş bir takdir yetkisi ile donatılarak titizlikle çalışması gereken bir ekip ihtiyacının olmadığı durumlarda da, göreve geldiğinde herkesi istifaya çağıran üst yöneticilerin varlığı, liyakat sisteminin etkili kullanılmasına değil, tersine bozulmasına yol açar. Bu sebeple liyakatin yerini sadakat alırsa, toplumsal dinamikler buna hızla uyum sağlar. Sadakat gerekçe gösterilerek görece daha kolay ölçülebilen ehliyet ve liyakat süzgeçlerinden geçme ihtiyacını azaltan düzenlemeler, prestijli pozisyonlara talepli daha çok kişinin sahneye çıkmasına yol açar. Bu durum, bu pozisyonları, onlara ehil ve layık kişilerden çok daha geniş bir kitleye açar. Ölçülemeyen vasıflara dayalı bir yarışın adil biçimde sonuçlanması ise çok zor. Zira potansiyel aday kitlesinin büyümesi, en uygun olanı seçme işlemlerinin maliyetlerini artırır. Bu büyük işlem maliyetlerini düşürmek için de dar çevre referansları devreye girerek kayırıcılığın yükselmesin yolaçar.
Politik Miyopluk Torpil Yapar mı?
Kamusal görev yürüten siyasetçi ve yöneticilerin sahip oldukları takdir yetkilerini her zaman toplumsal verimlilik yönünde kullanmadıkları tarihsel vakıalardandır. Böyle olmasaydı tarihte yanlış tercihten bahsedemezdik. Bu yüzden toplumsal karar süreçlerine hakim olanların takdir yetkisinin de yerli yerinde kullanılmasını sağlamak için başta kamuoyu denetimi olmak üzere birçok denetim mekanizması geliştirilmiştir.
Takdir yetkisi, hukuken tanınan bir yetkinin kullanılması olduğu için genelde gerekli olduğu halde kullanılmayışının veya uygun kullanılmayışının hukuki sonuçları olmaz. Sadakat vurgusu, hukukun izin verdiği sınırlar içinde kayırıcılığı mümkün kılabilmek isteyenlerin bu o yetkiyi en uygun biçimde kullanacakları dışlamalarının gerekçesi haline gelebilir. Takdir yetkisini bi hakkın ve yerli yerinde kullanmayı içeren liyakat yerine, içten bağlılığı öne çıkaran sadakatin daha çok vurgulanması, kamusal pozisyonların özel yararı gözetecek biçimde kullanılma riskini çağrıştırır. “Sizi bu makama biz atadık, (liyakatinizden değil de bizim takdirimiz sonucu buraya geldiniz) dediğimizi yapmayacaksan…” baskısı altında kalan hiç kimse, takdir yetkisini en uygun biçimde kullanamaz. Bu yüzden kendisine yeterince takdir yetkisi kullanma imkânı tanınmayan kişide aranan sadakat, verimliliğe değil kayırmacılığın sinyallerini verir. Ayrıca ehliyetine güven sorunu olanın sadakatine ne kadar güvenilebileceği de tartışma konusu.
Hukuki sınırlar içinde takdir yetkisini bir kesimin lehine kullanacak, başka bir ifadeyle takdir yetkisini istismar edecek bireylere sadakat gerekçesiyle görev ve sorumluluk verilmesi, sonu olumsuzluk getirecek bir yozlaşma işaretiyse, bundan neden kaçınılmaz? Bu sorunun cevabı, toplumdaki birçok olumsuzluğunkiyle aynıdır: Kirpi yavrusunu pamuğum diye severmiş. Ya da her şeyin merkezine kendi algı ve değerlendirmelerini koyan “bana şaşı diyorlar halbuki geceleri gökte sadece iki ay görüyorum. Şaşı olsam, dört ay görmeliydim” diyenin durumu. Yani, kendi-merkezcilik ve politik miyopluk kolay tedavi edilemeyen, varlığı bilinse de farkındalığı hemen oluşmayan oldukça yaygın hastalıklardır. Üstelik de bulaşıcı. Hiçbir hastalığın “bana bir şey olmaz” diye düşünenlere torpil geçmediğini yeniden tecrübe etme isteği de tuhaf bir şey.
Sonuç olarak ehliyet ve liyakat, toplumsal pozisyonlar için sosyal ve beşeri sermaye bakımından yeterliliği ifade eder. Bunlara ek olarak veya bunların yerine sadakati ikame etmeyi meşru gösterecek haklı bir sebep görünmemektedir. Görev tanımları hukuken belirlenmiş pozisyonlara getirilecekler için ilave bir sosyal sermaye unsuruymuş gibi sadakat vurgusu, en hafif şekliyle takdir yetkisinin etkin kullanılmamasını çağrıştırdığı için kitlelere söylem düzeyinde bile ağırlıklı negatif mesaj verir. Negatif mesajları küçümsemek, özellikle kısa vadeliliğe odaklanan demokratik süreçlerde yaygın bir politik miyopluk göstergesidir. Peki bu tür bir miyopluk neyi görmeyi engelliyor? O kadar çok şeyi ki, o yüzden başka bir yazının konusu.
Bir yanıt yazın