Ömer Demir
Jared Diamond Yeni Gine adalarında antropolojik gözlemleri sırasında, kültürler arası farklılaşma bağlamında tolere edilemeyecek bir konu ile karşılaştığını ve uzun süre buna hiçbir anlam veremediğini söyler. Konu şudur: Yanlarında bulunduğu avcı toplayıcı bir kabilenin bireyleri bir yerden diğerine bir şeyler taşıdıklarında, yük taşıma işini hep kadınlar yapmaktadır. Ağır yükleri kadınlar taşırken erkekler ellerinde sadece ok, yay veya mızrakla onlara eşlik etmektedirler. Bu konu, sanki hiç tartışılmayacak kadar katı bir işbölümü haline gelmiştir. Bu töreyi çok yadırgadığını ancak, sonraları evlenip ailece dışarı çıktıklarında eskiden hiç fark etmediği biçimde sürekli teyakkuz halinde olduğu, gözlerini biran bile çocuklarının üzerinden ayırmadığı ve her an olası bir beklenmedik riskli duruma karşı müdahaleye hazır beklediği günler geldiğinde, bu konudaki kanaatinin tamamen değiştiğini anlatır Diamond. Ancak iki çocuk babası olduktan sonra Yeni Gine’de karşılaştığı erkeklerin tutumuna hak verdiğini, erkeklerin yük taşıyan kadınların yanında ok, yay ve mızrak ile kollar serbest biçimde yürümelerinin aslında çok işlevsel bir iş bölümü olduğunu, o koşullarda yaşandığı sürece değiştirilmesi gereken bir gelenek olarak görmediğini söyler.
Sonrasında yazar, insanlık tarihinin büyük bölümünde ve halen, erkeklerin ana görevinin topluluğun güvenliğini sağlamak olduğunu, sırtında yükle ailesine eşlik eden bir erkeğin çocukları ve eşini hem ani saldırıda bulunabilecek vahşi hayvanlara hem de pusuda bekleyen diğer rakip veya düşman kabile üyelerinin tuzaklarına karşı savunmasız bırakacağını, bu yüzden bunun, benzer yaşam koşulları olan dünyanın birçok yerinde kolay benimsenen bir norma dönüştüğünü düşünmeye başladığını söyler. Bunu okuyunca Karadeniz’de halen geçerli olan benzer bir geleneğin varlığı aklıma geldi. Bugün Karadeniz kırsalında sırtta yük taşıma işi, hâlâ bir kadın işi olarak görülür. Neden ovalarda değil de buralarda bu normun benimsendiği üzerinde düşündüğümüzde Diamond’un açıklaması makul görünüyor. Buradaki yerleşim düzeninin çok dağınık, evlerin birbirinden uzak ve coğrafyanın her türlü tehlike veya saldırılara karşı her an tetikte olmayı gerektirecek biçimde engebeli olması önemli bir etken gibi görünüyor. Savunma görevini üstlenen erkeklerin hareket kabiliyetlerini kısıtlayacak biçimde sırtta yük taşıma gibi işlere girmemiş olmaları çok anlamsız değil diye düşünüyor insan. Yoksa Karadeniz kadınları günlük hayatlarında her şeye “eyvallah” diyen erkekler karşısında edilgen bir yapıda hiç değiller. Erkeklerin görevlerini bi hakkın yapabilmesi için onlara şans vermişler anlaşılan. Oh be, çocukluğumdan beri hiç bir anlam veremediğim bu uygulamanın nihayet bir açıklamasını buldum!
Fakat eskiden birbirinden kopuk ve dağınık yaşanan ve ağaçların her şeyi perdelediği bir coğrafyada, olması muhtemel ani saldırı ve ona karşı her an tetikte bekleyen savaşçı erkeklerin rolünün bugün tarih olmasına rağmen neden bu norm varlığını hala sürdürmektedir sorusunun cevabı hala muallakta. Bu yazıda toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü çerçevesinde bu ikinci soru üzerinde düşüneceğiz.
Oflu Hoca Başarabildi mi?
Ortaokul yıllarımda İstanbul’da ikamet eden ve memleketine ziyarete gelen Hacı Mahmut Efendi olarak bilinen Oflu din alimi, bir Cuma günü Of Merkez caminde bir vaaz vermişti. Hoca efendi vaazın sonuna doğru cemaati biraz amiyane tabirle bayağı haşladı (gerçi tüm Oflu hocalar vaazlarında cemaati biraz haşlarlar!). Çay alım yerlerine kadınların sırtlarında çay bezleriyle iki büklüm geldiğini, delikanlı erkeklerin elleri bellerinde, kız kardeş, anne veya eşlerinin yanında yürüdüğünü, bunun dinimizin kabul edebileceği bir davranış olmadığını, derhal bu uygulamaya son verilmesi gerektiğini ve buna son verme konusunda kendisinin de öncü olacağını söyledi. Bunun ne kadar yanlış bir iş olduğunu ve şiddetle kınadığını uzun uzun anlattıktan sonra ertesi gün kendi köyünde evden çay bezini çay alım yerine götürmek üzere sırtlayacağını ve sözüne itibar eden erkeklerin kendisini takip etmesini beklediğini ilave etti. Bu işi organize etmesi için yardımcılarından birine ismiyle hitap ederek kürsüden yüksek sesle talimat verdi. Bu talimat da işin şakasının olmadığının işaretiydi. Köyü bize uzak olduğu için ertesi gün neler olduğundan haberim olmadı. Bu konuşmadan ve bireysel olarak insiyatif alacağını söylemesinden çok memnun olmuştum. Namaz sonrası cemaat hocayla musafaha yapıyordu. Vaazı çok beğendiğim için ben de guruba katılmıştım. Sıra bana gelince yanaklarımdan okşayarak “evladım sakal bırak” deyince, bunun ortaöğretimdeki bir öğrenciye yerine getirilmesi mümkün olmayan ve bu yönüyle de yersiz bir tavsiye olarak gördüğüm için vaazın büyüsünün biraz kaybolduğunu hatırlıyorum.
Oflular o günden sonra sözlerine çok itibar ettikleri hocalarının tavsiyesine uydular mı bilmiyorum, ama pek sanmıyorum. Mahmut efendinin Of civarında kız çocuklarına mirastan hiç pay verilmemesi uygulamasına karşı açtığı mücadelede hayal kırıklığı yaşadığını ve bu yüzden Oflulara küstüğünü anlatmıştı bir arkadaş. “Derin” hocaları ve dindarlıkları ile meşhur Oflular, iş kadına mirastan pay vermeye geldiğinde, İslam dininin ilkelerine değil de, geleneklerine mi sarıldılar!
Bugün de Karadeniz köy kadınlarının sırtlarındaki yük ayrılmaz aksesuarları arasındadır. Sırtında taze fındık çubuklardan örülmüş sepetle yaylaya giden genç kız veya kadınlar, arkasında ot yahut odun yığını iki büklüm yaşlı kadın tabloları, Karadeniz kültürünü temsilen en çok beğenilen tablolar arasında yer alır. Benim ofisimde bile var! Hacı Mahmut Efendi’nin yerleşik bu geleneğin değiştirilmesinde ne kadar etkili olduğunu bilmiyorum ama yapılan yeni yollar ve yaygınlaşan trafik araçlarının kadınların sırtındaki bu yükü epeyce aldığını gözlüyorum. Bu tür geleneklerin neden kolay kolay değişmediğine geçmeden tam da bu konuyu anlatan cinsiyete dayalı işbölümü meselesine biraz değinelim.
İşlerin ve Rollerin Cinsiyeti Olur mu?
Tarih boyunca kadın ve erkekler, cinsiyet farkının sınırlarının belirlendiği farklı işleri yapacak biçimde işbölümü yapmışlardır. Çocuk bakımı, yemek, temizlik gibi ev içi ve eve yakın yerlerde yapılan işleri kadınların, uzaklardakileri de erkeklerin üstlendiklerine dair bir eğilimin dünyanın bütün yerleşim yerlerinde yaygın olduğunu görüyoruz.
İnsanın biyolojik ve sosyal yeniden üretim sürecinde kadın ve erkeğin katkı ve rollerinin tümüyle aynı olmadığını biliyoruz. Biyolojik farklılık, işlerin örgütlenmesinde rol alan unsurlardan biri. Kültür de her coğrafyanın imkanlarına göre çeşitlenmeye izin verse de kadın ve erkeğin rol farklılaşmasını hep korumuş. Ama roller çölde farklı, ovada farklı, dağda daha farklı gelişmiş. Uzun hamilelik süreci ve çocuğun yaşamının ilk zamanlarında doğrudan anneye bağımlı olması, cinsel ilişkilerin kontrolü başta olmak üzere birçok sosyal düzenlemenin ve ahlâkî değerin anlaşılmasında kritik rol oynar.
Bu cinsiyet farklılığının, toplumsal iş ve rol dağılımında kadın ve erkeğe adil ve hakkaniyetli yükümlülükler getirmesi, oluşturulan sistemin hem başarı ve istikrarı, hem de meşruiyeti bakımından son derece önemlidir.
Kadın veya erkeğin rollerinin farklılığı sadece farklılık olarak kalmamakta, rol dağılımı bazı alanlarda zamanla beraberinde prestij, iktidar ve gelir bakımından da hiyerarşik farklılık getirmeye başlamaktadır. Dolayısıyla bazı roller birbirine eşdeğer, bazıları da diğerlerinden üstün hale gelmektedir. Üstün ve değerli görülen iş ve rollerin kadın ve erkekler arasındaki dağılımında bir cinsin diğerinden daha fazla pay alması, sadece basit bir dağlım eşitsizliği değil aynı zamanda tabakalaşma meydana getirmektedir. Bunun en önemli göstergesi, bir cinsin dünyaya diğer cins olarak gelmeye özenir hale gelmesidir. Bir kadın “bu dünyada erkek olmak varmış” dediğinde, o kadının biyolojik veya sosyal olarak, erkekler lehine bir dengesizliğin olduğuna dair bir algı içinde olduğu anlaşılır. Çok kadın aynı şeyi söylemeye başladığında bu, bir sosyal sorunun varlığına işaret eder.
İşlerin veya toplumsal rollerin kadın ve erkeklere özgüleştirilmesi ve bunun sosyal norm yanında ahlaki değerlerle de tahkim edilmesinin zamanla bir soruna dönüşmesinin iki temel nedeni vardır. Biri, bunun sadece farklılaşma değil tabakalaşma da getirmesi, diğeri oluşum gerekçesi ve varoluş koşulları ortadan kalktığı halde bazı norm veya geleneklerin sürdürülmeye çalışılmasıdır. Şimdi sırasıyla bunlara bakalım.
İş bölümü ve farklılaşma geçmişte olduğu gibi modern iş hayatı ve sosyal düzenin de temelinde yer alan ana ilkelerden biridir. Belirli işlerde bazılarının uzmanlaşması hem bütün işlerin aynı anda görülmesine hem de verimli bir çalışma ortamı oluşturulmasına hizmet eder. Bazıları dikişte uzmanlaşır, bazıları saç kesiminde, bazıları tarımda, bazıları makine tamirinde, bazıları hasta iyileştirmede, bazıları da öğretmenlikte. Herkesin her işi yapmasındansa bazılarının belirli işlerde uzmanlaşması herkesin yararına olur. Bu işbölümünün cinsiyet esas alınarak yapılması ne kadar makuldür? Yani kadınlar ve erkekler bazı işlerde görece avantajlı durumda olabilirler mi? Teorik olarak evet. Kadın ve erkek olarak birbirinden farklı iki insan kategorisi tanımladığımıza göre bunların tüm özellik ve yetenekler bakımından aynı olmasını beklemememiz de normal. Bu farklılık biyolojik farklılıktan da gelebilir kültürel yüklemelerden de. Bir erkek çocuğuna “hadi aslanım, sen güçlüsün, göster kendini” diyerek büyütüp savunma sektörüne sevk etmenin yanlış bir tarafı yok. Keza kız çocuğunu da “ay ne maharetli kızmış” diyerek hünerli bir aşçı yapmanın da. Eğer bu iki iş de yapılacaksa ve ‘sen mi yapacaksın ben mi’ tartışmasının kolayca önüne geçmenin bir yolu bu şekilde küçükten yönlendirme yapmaksa, düşük maliyetli ve yarı kendiliğinden etkili bir işbölümü olur bu. Bu şekilde yönlendirmenin topluluğun uyum ve verimli çalışmasını sağlamada bir sorun oluşturmadığı kesin. Tıpkı kendisinin sevilen birisi olması için çocuğun içgüdülerinin kontrolüne bırakmadan küçük yaşlarda becerikli, edepli ve saygılı bir fert olarak yetiştirilmesi gibi. Ama bu iki işe farklı değerler atfedilince durum değişebilir.
Bu açıklamalarla “günümüzün cinsiyete dayalı işbölümünde sorun yok” mu demek istiyorum? Hayır, sorunun cinsiyete dayalı işbölümünden, dolayısıyla farklılaşmadan değil cinsiyete dayalı tabakalaşmadan kaynaklandığını söylüyorum. Burada kritik olan başta söylediğimiz bu işbölümünün taraflarca adaletli ve hakkaniyetli olarak algılanması, dolayısıyla da meşruiyet durumudur. Meşruiyet daha çok kişinin uygun görmesiyle oluşur. İnsanın rol aldığı her yerde sadece iyiye değil, kötüye doğru gidişlerin olması, cinsiyete dayalı rol dağılımında da görülebilir. Genelde kötüye gidiş, farklılaşmanın tabakalaşmaya dönüşmesinin haklı ve makul gerekçelerinin olmaması ve bu nedenle meşruiyetini kaybetmesiyle fark edilir.
Erkeğin Anlattığı Kahramanlık Hikayesi Kadınınki ise Dedikodu Olunca
İş, meslek ve roller zaman içinde sadece farklılaşmaz, aynı zamanda toplumsal statü, güç, saygınlık ve gelir getirme özellikleri bakımından tabakalaşma da gösterebilirler dedik. Çok sade bir örnek üzerinde konuşalım. Ailesi için evin yakınlarından ve sadece günlük ihtiyaçları karşılayacak kadar yiyecek toplayan bir anne ile gün boyu evden uzaklara gitmeyi ama avlanınca komşulara da yetecek büyüklükte bir hayvan avlama işinde uzmanlaşan bir babadan oluşan bir aile düşünelim. Küçük çocuklara bakma (hamilelik durumda da fazla yorulmama ve iyi beslenme, çok küçükleri emzirme, ortancaların uyku düzenlerini ayarlama gibi) işi kadına; görece daha fazla fiziksel güç, uzun süre seyahat ve özel avcılık yetenekleri ile donanma işi de erkeğe verilmiş olsun. Bu işbölümünde ailenin geçiminde her birinin katkısı bir birine denk olabilir. Peki tabakalaşma nasıl ortaya çıkıyor?
Güvenlik ve yabani hayvan avı erkekte, evcil hayvanlara bakım ve ev işleri de kadında dedik. Avcı erkeğin ortalama haftada veya on beş günde bir ancak bir geyik avladığını, kadının da günü birlik topladığı yiyeceklerle ve evin yakınındaki evcil hayvanların süt ve yumurtalarından, günlük düzenli beslenme ihtiyaçlarını karşıladığını varsayalım. İş bölümünün taraflara yüklediği yükümlülük dağılımında pek fazla bir sorun yok gibi görünüyor. Diyelim ki her hafta avlanan geyik beş kişilik bir ailenin (üç çocuk ve ebeveyn, çocuklar çok küçük de olabilir) haftalık et tüketiminin üzerinde. Erkeğin avladığı geyikten aynı ortamda birlikte yaşadıkları diğer ailelere de birer parça verdiğini düşünelim. Kadın topladığı yenilebilir bitki veya yumurtaları ailesine ancak yetiştirirken erkek avladığı geyiği akrabalarıyla da paylaşıyor olsun. Bu, avdan boş döndüğü zamanlar o sırada avlanan bir diğer arkadaşından bir parça et gelme ihtimali olduğu anlamına geliyor. Dağıttığı av eti ne kadar büyük ve lezzetli ise itibarının da o kadar büyük olacağı kesin. Erkek her gün av maceralarını anlatıyor, herkes ağzı açık dinliyor. Ailenin günlük gıda ihtiyacını karşılıyor ama kadının böyle bir kahramanlık macerası yok. O da yakın çevrede duyduğu ve gördüğü ilginç şeyler anlatıyor kuşkusuz. Erkeğin av hayvanları ile kovalamaca veya diğer insanlarla birlikte yapılanlara dair anlattıkları merakla dinlenen “kahramanlık hikayeleri”, kadınınkiler ise yine diğer insanların neler yaptıklarına dair ve merakla dinlenen “dedikodu” olarak nitelenerek toplum hafızasına geçer. Erkek daha büyük av için diğer erkeklerle av zamanı, yeni tuzaklar, rakip kabilelerle mücadele konularında işbirlikleri yapar, kadın da benzerlerini ev işlerinde diğer kadınlarla. Erkeğin yaptıkları siyaset, kadınınkilerse yardımlaşma oluyor. Her bir iş türünün sosyal faydası, dışsallıkları ve saygınlığı diğerinden farklı. Eşitlemek mümkün mü? Değil.
Uzun uzun planlama ve çetrefilli stratejilerle gerçekleştirilen bir büyük avın saygınlığı, ailenin hayatının devamında ondan daha fazla katkısı olsa da her gün inek, koyun veya keçiden sağılan bir tencere sütten daha fazla. Sebep, muhtemelen, birinin sadece aileye dönük sonuçları olması, diğerinin daha geniş bir insan grubuna. Sadece aileye dönük sonuçları olan işler, diğerlerine göre daha az prestij sağlar hale gelmeye başlıyor. Evini düzgünce çekip çevirmek önemli ama ortak işler kadar ilgi çekici değil.
Sadece Eve veya Ev Dışına Hizmet
Bu durumda işbölümünde yerine getirilen işlerin saygınlıklarının farklılaşması onları yerine getiren kişilerin saygınlıklarını da etkiliyor. Aynı kadının her gün bir kova süt sağması ile iki bitkiyi değişik oranlarda bir araya getirip, taşla ezip kendisinden talepte bulunan birisine merhem yapmasının da saygınlığı birbirinden farklı. Birincisinde sıradan bir ev hanımı, diğerinde “şifacı bacı” statüsü var. Aynı birey ev hanımı statüsünü “şifacı bacı” ile dengeleyebilir. “Şifacı bacı” benzeri rolleri olmayan ne yapacak?
Tek belirleyici bu değil, ama görece daha zor olan ve sonuçta daha geniş insan grubunun ihtiyacını karşılayan işlerin prestiji daha yüksek olur. İşte, prestiji yüksek işlerin belirli bir gruba veya cinsiyete tahsisi, işbölümündeki fayda getiren farklılaşmayı birden tabakalaşmaya dönüştürür. Her biri birer keçi, üçer tavuğu olan ailelerden oluşan toplumda durum böyle de içinde yaşadığımız toplumda farklı mı? Değil.
Örneğin berberlik ile terzilik iki ayrı mesleki alandır ama birini diğerine üstün kılan bir sosyal değerlendirme olmadığı için aralarında sadece mesleki farklılaşma var. Doktorluk ile ebelik de iki ayrı meslek, fakat doktorluk ebelikten daha üst bir toplumsal prestij ve gelir elde etme imkanına sahip olduğu için burada mesleki farklılaşmadan ziyade tabakalaşma söz konusu. Bu durum, toplumsal cinsiyet farklılaşması ile toplumsal cinsiyet tabakalaşması bağlamında da geçerli. Cinsler arasındaki işbölümüyle oluşan farklı rollerde, prestij, güç ve servet başta olmak üzere daha fazla değer atfedilen işlerin sadece bir cinse hasredilmeye başlanması, başlangıçtaki farklılaşmanın giderek cinsler arası tabakalaşmaya evrilmesine yol açar. Bunun hiç de sorunlu bir durum olmadığını söyleyemeyiz. Eğer kadın veya ereklerden birine sürekli toplumsal değeri düşük işlerin düştüğü bir işbölümü varsa bunun uygun olduğu savunulamaz. “Diğerinin yaptığı da önemli ama” diyerek sosyal değer verilemez. “Ev hanımlığı da çok değerli, çünkü yeni nesli onlar inşa ediyor.” Doğru. Öyleyse işin değerinin ücretle ölçüldüğü bir toplumda sadece ev hanımı olanın bu değerli işine bir asgari ücret ödenecek düzenleme yapınca bu değerin kısmen takdir edildiği söylenebilir. Ben bir dedim siz verin iki asgari ücret, daha değerli olsun. Kim verecek bu ücreti? Kimin değer verdiği söyleniyorsa.
Sonuçta hangi mekanizmaların kadınlara hasredilen işleri değersizleştirdiğini tespit edip gidermek için gerekli tedbir alınmalıdır sonucuna varabiliriz. Günümüz toplumlarında bunu yapabilenler her iki cinsi barışık biçimde birlikte yaşamaya daha kolay ikna ediyor. Toplumsal cinsiyet tartışmalarına bu odaktan uzaklaşmadan girmek daha yararlı olur. Bunun için sürekli bir konuda geçmişin gerekçelerinin bugün için de aynı şekilde geçerli olup olmadığına bakmak gerek.
Kadının Sırtına Yüklenen Gelenekler?
İş, meslek, siyasal ve sosyal rollerin, biyolojik cinsiyet özelliklerinden yola çıkarak kadınlığa ve erkekliğe özgü kılınmasıyla tanımlanan toplumsal cinsiyet rollerinde farklılaşmaya gidilmesi tüm toplumlarda görülmektedir. Bu, kadını ve erkeği her toplumsal ilişkiyi yeniden kurma zahmetinden kurtarır. Kendinden bekleneni yapar, yapabildiği seviyeye uygun ilgi ve takdir görünce de kafası rahat eder. Ama ondan beklenenlerin çoğu yapmak istemediği şeylerse ne olacak?
Bugün bazı işlerin biyolojik cinsiyete atfen tanımının arkasında büyük bir kültürel mirasın yattığını da kolayca görebiliyoruz. Geçmişte yerleştirilmesi için büyük emekler sarf edilen bu kültürel gerekçelerin bazılarından bugün yalnız erkeklerimiz veya yalnız kadınlarımız yahut hepimiz eskisi kadar mutlu olmayabiliriz. Zaman içinde toplumsal cinsiyete göre tanımlanmış bu rollerin değişmesi de mümkün, hatta günümüz gerçekliği ile hiç uyuşmadığı için değişmeleri zorunlu da olabilir.
Yukarıda bahsedilen arkada yük taşımanın kadın veya erkek işi olması bağlamındaki işbölümünün, zamanında olsa bile bugün hiç bir anlamı olmadığı gayet açık. Başlangıçta dağınık biçimde yaşayan ailelerde erkeklerin her an elleri tetikte savunmaya hazır olmalarına imkan oluşturmak için yük taşıma işini kadınlara veren bir işbölümünü bugün sürdürmenin nasıl haklı bir gerekçesi olabilir! Aynı şekilde bireyin güvenliğini ağırlıklı olarak aile fertlerinin ve yakın akrabaların sağladığı bir sosyal ortamdan her türlü güvenliğin devlet organlarıyla sağlandığı bir ortama geçildiğinde kadın için güvenli ve güvensiz iş tanımı eskisi gibi olamaz. Çok eskiden beri en erkek işi olarak görülen güvenlik hizmetlerinin, kimlik kontrolü, kamera üzerinden aykırılıkları çözümleme ve gelene gidene dikkatlice bakmaya dönüştüğü bir ortamda, fiziksel güç gerekçe gösterilerek kadın polislerin güvenlik işlemlerinde erkeklerden daha az işlevsel olduğu söylenemez, söylenememeli. Peki neden hala söyleniyor? Cevap gayet açık. Kültür, gelenek, alışkanlık, itiyat ortak değerlerle tahkim edildiği ölçüde benimsenir. Değer haline geldikçe de rasyonel gerekçelendirilmeye olan ihtiyaç azalır. Hiçbir birey tek başına kültürün sağladığı karma deneyimi sadece kendi başına, kendi deneyimiyle elde edemez. Bu yüzden, kültür, denizlerin geç ısınıp geç soğuması gibi hemen oluşmaz ve kolay kolay da vazgeçilemez özellikler taşır. Bazen kültür ve gelenek, dini amacın da önüne geçer. Afganlı lisansüstü bir öğrencim “bizim orada bir kişi, bir davranışın İslam dininin bir gereği olduğuna ikna edilemezse ona ‘tamam da geleneğimize de mi uymayacaksın’ diye baskı yapılır” demişti. Dinin en baskın üst değer olduğu yerlerde kültürün sonraki nesle aktarılmasında din de kültürle bir şekilde eklemlenir, bazen onu kendine bazen de kendini ona benzeterek.
Kadınların sırtına yüklenen gelenekleri gözden geçirmek genel bir insanlık sınavı sanki. Bu sınavda erkeklerin daha çok değer odaklı düşünmesine ihtiyaç var. Karadeniz erkekleri buna Oflu Mahmut Efendinin tavsiyesiyle başlayabilirler.
Erkeklerin Avantajlı Durumu Doğal mı Kültürel mi?
Bugün genel olarak insanlık tarihine bakıldığında, erkeklerin bu yönden görece daha avantajlı bir konum elde ettikleri bir cinsiyete dayalı işbölümünün ortaya çıktığını söylemek abartılı bir yargı değildir. Bunun görmezden gelinmesi kişileri gerçekçilikten uzaklaştırır. Günümüzde sadece avcılık ve toplayıcılık ile hayatını sürdüren küçük toplumlarda antropologlar tarafından yapılan gözlemlerde, yapılan işlere göre kadın ve erkeğin statüsünde kısmi farklılaşmaların olduğu görülmektedir. Örneğin yakın yerlerdeki bitkileri veya tohumları toplayan yahut küçük hayvanları yakalayanlara göre avlaması tehlikeli büyük yabani hayvanları avlayanların statüsünün daha yüksek olduğu gözlenmektedir. Bu toplumlarda birinci bahsedilen işleri daha çok kadınlar, çocuklar ve yaşlılar; ikincileri de yetişkin erkekler yerine getirmektedir. Buradan anladığımız cinsiyete dayalı farklılaşma ve tabakalaşma her toplumda var ama eşik değerleri aşan tabakalaşmaya bilinçli müdahale için bunu sağlayacak değer yargılarının devreye girmesi gerekiyor. Doğal olanın bir değeri var ama bir şey salt doğal diye savunulamaz. İnsanı insan yapan değerlerin çoğu doğal ya da içgüdüsel olana yön vermeyle oluşuyor.
Piyasalaşmanın yapılan iş ile onu yapanın statüsünün değişmesine etkisi çok katı ve büyük olmuştur. Özellikle son iki yüzyılda dünyanın hemen her yerinde toplumsal işler büyük ölçüde piyasalaşmış durumdadır. Bunun erkeklere sağladığı avantajlı durumları görmezden gelerek bu süreci tam ve doğru anlayamayız. Bu konuda tüm ülkelerde geçmiş dönemlerden büyük ölçüde farklılaşan eğitim, beceri ve deneyimin cinsler arası dağılım ve yaygınlığı; iş ve çalışma güvenliği, sosyal güvenlik ve eşitlik yaklaşımının benimsenme düzeyini gözeten, sonuçta erdemlilik niteliklerini bir cinse özgüleştirmeyecek, adil ve hakkaniyetli yeni bazı düzenlemelere ihtiyaç olduğu gayet açıktır.
Bir yanıt yazın